30 Eylül 2015 Çarşamba
KAYMAKAMA HELAL OLSUN
HDPLİ VEKİLLER ASIL SİZLER HAİNLİKTEN YARGILANACAKSINIZ
BEYTÜŞŞEBAP KAYMAKAMIN ONURLU İSYANINA BAKIN
BİRDE HDPLİ VEKİL BOZUNTUSU FERHAT ENCÜYE BAKIN
HDPLİLERİN HEPSİ VATANA İHANETTEN HESAP VERECEK
Beytüşşebap Kaymakamı'ndan olay mesajlar
Beytüşşebap Kaymakamı'nın bugünkü mesajları sosyal medyayı salladı. Kaymakam Güntepe ve HDP'li Ferhat Encü arasında da sert tartışma çıktı.
Şırnak’ın Beytüşşebap İlçesi Kaymakamı Kadir Güntepe, teröristlerin ilçede bir çok ev ve lojmana saldırdığını ifade ederek, “İyi dinleyin! Ne kadar yakarsanız yakın ne kadar yıkarsanız yıkın ne kadar sıkarsanız sıkın böldürmeyeceğiz” dedi.
“İlçemizde 25.9.2015 tarihinde 400’e yakın terörist unsurla tamamen ilçeyi ele geçirme amacına yönelik 6 saat süren bir saldırı gerçekleşti.
Bu kalleş saldırısı sonucu hala ‘barış istiyoruz’, ‘insan hakları istiyoruz’, ‘siviller katlediliyor’ naraları atanlara bir çift sözüm var.
Bu mu sizin barışınız! Bu mu insan hakları! Evime atılan bomba! Amaç ne! Hedef ne! Ya canım kızım burada olsaydı! Bu mu adaletiniz! Odama atılan zırh delici keskin nişancı ve kaleş mermileri tam 22 tane! Sivilleri kim katlediyor! Bu mu kardeşlik!
Sayın hakimlerimizin evi! Keskin nişancı mermilerinin işi ne! Suçları ne! Sivilleri kim öldürüyor! İşte sizin barışınız! İşte sizin kardeşliğiniz! Evlere ve lojmanıma atılan yüzlerce roketler, binlerce mermiler! Bombaladığınız evimi çocuklara açtım! Sizin gibi yapmayacaklar! Unutmayın!
Bu mücadele iman ordusu TSK ve emniyetin, küfür ordusu PKK’yla hak-batıl mücadelesidir! Böldürmeyeğiz! İyi dinleyin! Ne kadar yakarsanız yakın ne kadar yıkarsanız yıkın ne kadar sıkarsanız sıkın böldürmeyeceğiz ulan” ifadelerini kullandı.
HDP'Lİ FERHAT ENCÜ İLE TARTIŞTILAR
Kaymakam Kadir Güntepe ile HDP milletvekili Ferhat Encü arasında da tartışma yaşandı. Encü, "Kaymakam efendi! Kendi pisliğinizi bu karelerle örtemesin. 4 sivilin hesabını vereceksin. Yargılanacaksın!" dedi.
Kaymakam Güntepe ise "Bana bak vekil bozuntusu. Allah'tan başka kimseden korkum olsaydı bunları yayınlamazdım. O bombaların hesabını vereceksiniz" dedi. Encü ise "Atanmış olan uzaktan kumandalı bir memur bu halkn seçmş olduğu şahsma vekil bozuntusu diyor Suç seni kumanda edende sende değil" diye yazdı.
26 Eylül 2015 Cumartesi
MİT YİNE SINIFTA KALDI, KALLEŞ PKKLILARDA DÜN AKŞAM GİRESUNDA KALLEŞÇE ATEŞ AÇIP 4 SİVİLİ YARALADI,HDPLİLER HADİ BURAYADA KOMİSYON KURSANIZA SİVİLLERE ATEŞ EDEN KAHBE PKKYI KINASANIZA
AMA YAPMAZSINIZ ÇÜNKÜ SİZDE PKKSINIZ
DÜN AKŞAM KAHBE KALLEŞ PKKLILAR KARADENİZDEDE VARIZ DER GİBİ DAVRANDILAR,EEE TABİ MİT İSTİHBARAT SAĞLAMAZSA BÖYLE OLUR,BAKALIM HDP ALÇKA PKKNIN BU SİVİLLERE SALDIRISINI KINAYACAKMI,PKKYA DÖNÜP SİZ TERÖR ÖRGÜTÜSÜNÜZ DİYECEKMİ? DEMEZ ÇÜNKÜ HDP PKKNIN UZANTISI İKİ YÜZLÜ PARTİDİR
Giresun'da PKK saldırısı
Giresun’un Güce ilçesinde akşam saatlerinde askeri karakola teröristler roketatarlı ve uzun namlulu silahlarla ateş açıldı. Saldırı sırasında yakınlardaki bir okul bahçesinde seken kurşunlardan 4kişi yaralandı
Giresun'un Güce ilçesindeki Jandarma Karakol Komutanlığına bölücü terör örgütü üyelerince taciz ateşi açıldı. Saldırıda, karakol yakınındaki bir düğündeki 4 kişi, seken kurşunlar nedeniyle hafif yaralandı.
Alınan bilgiye göre, Jandarma Karakol Komutanlığına dağlık alandan teröristler tarafından açılan taciz ateşine askerler de karşılık verdi.Yaklaşık 5 dakika sürdüğü belirtilen çatışma sırasında, karakola 100 metre uzaklıkta bulunan ve düğün yapılan okulun bahçesinde seken kurşunların isabet ettiği 4 kişi hafif yaralanırken, bazı araçlara da mermi isabet etti. Özel harekat polisleri çevrede güvenlik önlemleri alırken, toplanan bazı vatandaşlar da terör olayına tepki gösterdi.
Giresun Valisi Hasan Karahan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, olay sonucu 4 kişinin hafif yaralı olduğunu söyledi. Yaralıların hayati tehlikelerinin olmadığını belirten Karahan, "Karakola taciz ateşi yapılıyor. Seken kurşunlar nedeniyle yakındaki düğünde 4 vatandaş yaralanıyor. 3 kadın, 1 erkek, hayati tehlikeleri yok. Yaralılar Giresun Devlet Hastanesinde" dedi.
Vali Karahan, olayın jandarma karakoluna taciz ateşi şeklinde gerçekleştiğini ifade ederek, şunları kaydetti:
"Jandarma da aynı şekilde karşılık vermiş. Karakolda, askerde bir sıkıntı yok. Taciz ateşine askerimiz karşılık vermiş. Karşıdan sağa sola ateş etmişler, tepelik bir yer, arkası fındıklık. Şimdilik bilgiler bunlar, kaçmışlar tabi. Takip ediyoruz, ancak arazi çok zor, terör saldırısı olduğunu düşünüyoruz, PKK olabilir."
5-6 KİŞİLİK BİR GRUP
Güce Belediye Başkanı Aytekin Geçgel ise taciz ateşinin Doğankent ilçesi yönünden yapıldığını dile getirerek, "Önce roketle atış yapıyorlar, daha sonra tüfeklerle. Yaklaşık 5-6 kişilik grup olduğu sanılıyor" diye konuştu. Çok sayıda kurşunun çevreye isabet ettiğini aktaran Geçgel, "5 dakikalık çatışma, jandarma karşılık veriyor, daha sonra kaçıyorlar. Duvarlarda mermi izi var. Hedef jandarma. Jandarmaya yakın yerde okul var, oraya isabet ediyor" ifadesini kullandı.
BU DANİMARKA HEP BİLİNÇLİCE AYNI ŞEREFSİZLİĞİ YAPIYOR PEYGAMBERİMİZE KİMSE HAKARET EDEMEZ,KİMSE İSLAMİYETE HAKARET KÜFÜR EDEMEZ ETMEMELİDE
BU ARAPLAR DANİMARKANIN DEVAMLI İSLAMA SALDIRMASINA RAĞMEN İTHALATLARINI TÜRKİYEDEN YAPACAKLARINA GİDER DANİMARKADAN YAPARLAR İSLAM ÜLKELERİNİ YÖNETENLERİN HİÇ BİRİNDE İŞ YOK
"Danimarka'nın İslamlaşmasını Durdur" (SİAD) isimli örgüt, Kopenhag'da Hz. Muhammed'e hakaret içerikli karikatür sergisi açtı.
SİAD'ın ABD'nin Teksas eyaletinden getirdiği karikatürler, polis koruması altında ve sadece basına açık olarak sergilendi.
SİAD Başkanı Anders Gravers, amaçlarının Axel Torv Meydanı'nda açtıkları sergiyi halkla buluşturmak olduğunu belirterek, polise tepki gösterdi.
Gravers, daha sonra yaptığı basın açıklamasında ifade özgürlüğünün tehlikede olduğunu savundu.
Sergi boyunca polisin yoğun güvenlik önlemleri dikkati çekti. Yaklaşık 400 polis memuru ve istihbarat mensubunun bölgede bulunduğu belirtildi. Bu arada, SİAD aleyhine slogan atan üç genç kız, polisin sert müdahalesiyle karşılaştı.
SİAD, sergi için haziran ayında Kopenhag'daki Kraliyet Kütüphanesi de dahil olmak üzere birçok yere başvuruda bulunmuş, ancak ret yanıtı almıştı.
Karikatürler, mayıs ayında derneğin Amerika'daki kolu olan "Amerika'nın İslamlaşmasını Durdur" grubu tarafından, ABD'nin Teksas eyaletinin Dallas kentinde sergilenmişti. Sergi salonuna silahlı saldırıda bulunan iki kişi, olay yerinde polis tarafından etkisiz hale getirilmişti.
Haber Kaynağı haber yayınları
25 Eylül 2015 Cuma
EVET İSLAMA UYMAYAN ÇOK ŞEYİ HACDA GÖRMEK ÇOK ÜZÜCÜ
KABEDEKİ ŞEYTAN TAŞLAMA ALANI NEDEN KAFALARINA GÖRE
VE NEYE GÖRE DEĞİŞTİRİLİYOR?
KABEDEN YÜKSEK BİNALAR NEDEN YAPILIYOR?BU ASLA KABUL EDİLEMEZ
NEDEN TAVAF EDERKEN OLSUN,ŞEYTAN TAŞLARKEN OLSUN AYRIMCILIK YAPILIYOR?HİÇ KİMSENİN HAC YAPARKEN KİMSEDEN ÜSTÜNLÜĞÜ YOKTU
KABEDEKİ ŞEYTAN TAŞLAMA ALANININ ESKİ HALİNDE 1TANEYDİ SUUDLAR BUNU 3E ÇIKARDI KAFASINA GÖRE BÜYÜTTÜ KİMSEDEN SES ÇIKMADI YÜKSEK BİNALARLA KABEYİ AYAKLAR ALTINA ALDI YİNE KİMSEDEN SES ÇIKMADI BU NASIL İŞ ANLAYAMIYORUM KAFALARINA GÖRE DEĞİŞTİRMEK NE KADAR DOĞRU?
AYRICA HACDA HERKES EŞİT DEĞİLMİ?NEDEN VİP TAŞLAMA ALANLARI VAR?NEDEN DEVLET ADAMLARI OLSUN,MAKAM SAHİPLERİ OLSUN,HESAPTA TOPLUMDAN KENDİLERİNİ YÜKSEKTE GÖREN YAŞAYANLAR OLSUN BUNLAR HACDA ÖZEL MUAMELE GÖRÜYOR?HACDA TAVAF EDERKEN KORUMA NEDEN OLUR?HACCA GİDEN HERKES BİLİR YADA BİLMELİDİRKİ ORDA ALLAH RIZASI İÇİN HACDAYSAN VE ORDA ÖLÜR YADA ÖLDÜRÜLÜRSEN CENNETE GİDERSİN
EEE O ZAMAN NEDEN BAZILARI ORDA ÖNCELİKLİ,
KORUMALARLA TORPİLLİ HAC YAPARLAR?ŞEYTAN TAŞLARLAR ÖZEL MUAMELE GÖRÜRLER BU İSLAMDA ASLA YOKTUR AMA BURDA GÖRÜYORUZ
KABENİN YANINDA YAPACAĞINIZA BİNALARI GİDİN 5,10 KİLOMETRE GERİDE YAPIP YÜRÜSENİZE,O ZAMAN İNSANLAR DÜNYANIN ÖBÜR UCUNDAN YÜRÜYEREK GELİP TAVAF EDİYORLARDI İLLA NİYE DİBİNE YÜKSEK BİNALARI DİKİP KABEYİ AYAKLARINIZIN ALTINA ALIYORSUNUZ?
BU MASONLARIN İSLAMİYETE OYUNUDUR SUUDLARDA MASON AİLELERDİR
RESMEN KABEYİ YOK ETMEYE ÇALIŞIYORLAR PEYGAMBERİMİZ YAŞASAYDI ŞİMDİKİ ARABİSTANI YÖNETEN YEZİDLERİ YOK EDERDİ
BAKIN BİZİM PADİŞAHLARIMIZDAN 2.SELİM KABE İÇİN FERMAN YAYINLAMIŞ VE 5METREDEN YÜKSEK ASLA BİNA YAPILMIYCAK DEMİŞ,REVAKLAR BİLE KABEDEN AŞAĞIDA TUTULMUŞ DOĞRUSUDA BUYDU AMA GEL GÖRKİ ŞİMDİ PROJE DEVAM EDİYOR VE KABE DEVASA YAPILARIN İÇİNDE MİNİCİK KALIYOR VE YÜKEKTEN BAKANLARIN AYAKLARI ALTINDA OLMUŞ OLUYOR BUMUDUR İSLAMİYET?BUMU HAC?HERŞEYİ DEĞİŞTİRİYORLAR SONRADA SANKİ DİNDEYMİŞ GİBİ NORMAL GÖSTERİYORLAR VE BUNA İSLAMİ ÜLKELERİ YÖNETEN LİDERLER KARŞI ÇIKMIYORLAR HEPSİNE YAZIKLAR OLSUN
Osmanlı Arşivleri'nde, son dönemlerde özellikle İslam alemi tarafından sıkça eleştirilen Kabe çevresindeki yüksek binalarla ilgili bir fermana rastlandı. Sultan II. Selim tarafından dönemin Harem Şeyhi Kadı Hüseyin'e 30 Eylül 1574'te gönderilen fermanla Kabe'nin çevresindeki ortalama 5 metreden yüksek binalar ile bitişiğindeki evlerin yıkılması emredildi.
Konuyla ilgili Yedikıta Tarih ve Kültür Dergisi'nin son sayısında makalesi yer alan tarihçi-yazar Selman Soydemir AA muhabirine yaptığı açıklamada, Osmanlı Arşivleri'nden çıkan belgenin, özellikle Mekke ve Medine söz konusu olduğunda Osmanlı padişahlarının ne kadar hassas davrandığını gösterdiğini söyledi.
Yavuz Sultan Selim'in 1517'de Mısır'ı fethiyle Mekke ve Medine hizmetlerinin Osmanlıların uhdesine geçtiğini anlatan Soydemir, Hicaz'ın yönetimini Memluklulardan devraldıktan sonra İslam dünyasının tek lideri olan Osmanlı Devleti'nin, artık hac hizmetlerini de üstlendiğini, II. Selim'in kendisini "Hadimü'l-Haremeyn" yani "mukaddes toprakların hizmetçisi" olarak gördüğünü aktardı.
"Osmanlı padişahları kutsal topraklara gözleri gibi baktı"
Soydemir, Yavuz Sultan Selim'in mukaddes topraklarının hizmetçisi olduğunu belirtmesinin bile Osmanlıların mübarek topraklara ne gözle baktıklarını güzel bir şekilde özetlediğini vurgulayarak, Hicaz'ın Osmanlı Devleti himayesine geçmesiyle mübarek beldeler için yeni bir devir başlattığını, Hicaz halkına, bölgeye gelen hacılara, Resulullah'ın ziyaretçilerine ve yolculara yönelik hizmetlerin arttığını anlattı.
Bu kimselerin istirahatları, yol emniyetlerinin sağlanması ve devamlı olarak dinin ve İslami hükümlerin korunması gibi durumların da Osmanlı Devleti tarafından itinayla takip edildiğini ifade eden Soydemir, Osmanlıların bu beldelere hizmetlerinin II. Selim ile başladığını, hemen hemen bütün Osmanlı sultanlarının bu mübarek beldeler üzerinde ehemmiyetle durduklarını bildirdi.
"Hacılar rahatsız oldu, padişah emretti"
Soydemir, bu hassasiyetlerin bir örneğinin de Osmanlı Arşivi'nde rastladıkları bir belgeyle tescil edildiğini kaydederek, arşivlerde ulaşılan 30 Eylül 1574 tarihli belgeye değindi.
Selman Soydemir, Sultan II. Selim'in Harem-i Şerif'in etrafındaki tuvaletlerin kokusundan hacıların rahatsız olduğunu belirterek, bu tuvaletlerin Harem-i Şerif'ten uzaklaştırılmasına, Harem-i Şerif'e bitişik olan evlerin hacılara ve Beytullah'a verdikleri zarardan dolayı yıktırılmasına dair Harem Şeyhi Kadı Hüseyin'e ferman gönderdiğini söyledi.
"Revaklar dahi Kabe'den alçak inşa edildi"
Padişah Selim'in Kabe'nin çevresinde 6 arşın yani ortalama 5 metreden yüksek bina yapılmamasının da emrettiğini dile getiren Soydemir, hatta Sultan Selim'in, Harem-i Şerif'in duvarına bitişik bir ev satın aldığını, bunun geliriyle Fetih Suresi okutup testilerle su dağıttırdığını, ancak o evin de istisna tutulmadan yıktırılmasını emrettiğini vurguladı.
Soydemir, şu bilgileri verdi:
"Osmanlı revakları dahi hürmeten Kabe'den alçak inşa edilmişti. Fermanda yer alan diğer bir husus ise Mescid-i Haram'ı yüksekten görecek şekilde evler yapılması ve bu evlerde uygunsuz davranışlarda bulunularak ibadet edenlerin rahatsız edilmesi konusu. Fermanda, bunların da engellenmesi emrediliyor. Burada Osmanlıların Mescid-i Haram'ı yüksekten görecek şekilde yapılan binalara pek sıcak bakmadıkları dikkati çekiyor. Bugün bu anlayışın maalesef devam ettirilmediğini görüyoruz. Ecdadımız bu konuda çok hassastı, Kabe'nin etrafına yaptıkları revakları, hürmeten Kabe'den alçak bina etmişlerdi."
Fermanın Türkçesi
Sultan II. Selim tarafından dönemin Harem Şeyhi Kadı Hüseyin'e 30 Eylül 1574'te gönderilen fermanın Türkçesi şöyle:
"Mekke-i Mükerreme Kadısına ve Harem Şeyhi Kadı Hüseyin'e hüküm ki; hala İstanbul'a tafsilatlı arzuhal sunulup Harem-i Şerif duvarlarına bitişik evlerin ve medreselerin tuvaletlerinin sıcak günlerde kokmakta olduğu ve bu kokudan hacıların ziyade sıkıntı çekmekte olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca bazı Rafızi itikatlı Acemler hakikaten Harem-i Şerif haricinde yüksek evler yapıp, Beytullahi'l-Haram'a ve Harem-i Şerif'e yüksekten bakıp uygun olmayan çeşitli hareketlerde bulunup Harem-i Şerif'te ibadet eden salih zatları rahatsız etmektedir. Bunların geceleri aileleriyle beraber döşekleri ve beşikleri ile Harem-i Şerif'in üzerine çıkıp yattıkları ve buna benzer çeşitli uygunsuz hareketlerinin bitmek bilmediği bildirildi."
Padişah kendi evinin de yıkılmasını emretti
Sultan II. Selim'in gönderdiği fermanda kendi evininin de yıkılmasını emretmesi şu cümlelerinden anlaşılıyor:
"Şimdi, daha önce tarafımdan Harem-i Şerif duvarına bitişik bir ev satın alınıp, yılda 120 altın sikkeye kiraya verilip, devletimin ve saltanatımın devam ve bekası için Sure-i Fetih okunup testilerle su dağıtılırdı. Harem-i Şerif duvarına bitişik olması uygun görülmeyip, evvela bu evin yıkılması ve zikrolunan paranın Cidde mahsulünden tayin olunması babında Cidde Emini'ne hükm-i hümayunum gönderilmiştir. Buyurdum ki, hükm-i şerifim sana ulaştığında asla geciktirmeyip emrim gereğince ilk başta o evi ve daha sonra Harem-i Şerif duvarlarına bitişik olan diğer evleri, kimin olursa olsun tamamen yıkarak ortadan kaldırasın ve Harem-i Şerif dahilinde binadan eser bırakmayasın. Medrese tuvaletlerini dahi kaldırıp, Harem-i Şerif'in dışında münasip bir yerde yaptırasın."
Yüksek binalara ilişkin emir
Fermanda, Kabe'nin çevresinde yüksek binaların yaptırılmaması ve yıkılmasına dair ifadeler de şu şekilde yer alıyor:
"Harem-i Şerif'in haricinde 4 tarafı ev vesair binalardan altışar zira yer ayırtıp, her taraftan 6 arşına varıncaya kadar olan evleri dahi yıktırıp, Beytullahi'l-Haram ve Harem-i Şerif'e yüksekten baktırmayasın. Amma bu bahane ile mübaşirlere aldırmaktan ziyade kaçınasın. Zikrolunan parayı her sene Cidde Emini'nden alıp, eskiden olduğu gibi Sure-i Fetih okutup testilerle su dağıttırasın. Bu husus bundan sonra gizlice takip edilecek olup, kimini himaye ve kiminin hatırını kırmamak için aksine bir durum görürsem ve Harem-i Şerif'e bitişik veya 6 arşından yakın ev veya bina olduğu halde yıktırmamışsan neticesi size ait olup özrünüz kabul edilmeyecektir. Kimseye itimat etmeyip, kendiniz bizzat ilgilenip, ihmal ve gevşeklik etmekten kaçınasınız."
AA
BUNLAR VATANA AŞİKARCA İHANET İÇİNDELER DEVLET NEDEN BUNLARA GEREKENİ YAPMIYOR?
DBP’li belediyelerden özerklik açıklaması
BAŞINI ÇEVİR VE DTK'YA BAK
SEN HDP/BDP İLE OYALANMA
PKK'NIN MECLİSİ DTK'DIR
MECLİS ÇALIŞMALARI TAMAMLANDIĞINDA BDP MİLLETVEKİLLERİ AYNI ZAMANDA DTK -ÖZERK KÜRDİSTAN MİLLETVEKİLİ OLARAK SAHNEYE ÇIKACAKTIR
Cani Köpekbaşı ,DTK'nin 'sivil toplumun parlamentosu(PKK MECLİSİ)' oluşturulmasını emretti .
DTK yani PKK meclsi de oluşturuldu.
DTK :Demokratik Toplum Kongresi (Kürtçe: Kongreya Civaka Demokratîk),
DTK) Eş Genel Başkanları Hatip Dicle ve Selma Irmak PKK HDP ve BDP,DBT nin yanında olduklarını açıklamışlardır.
Gerçek başkanı AHMET TÜRK'DÜR.
Cumhurbaşkanı olması planlanmıştır.
DTK meclis esasına göre yapılanmış ve bakanlar kuruluna kadar organize olmuştur.
Batı''dan ve medyadan saklanan bu devlet yapılanması bütün hızıyla ilerlemektedir.
PKK meclisini HDP/BTP eliyle değil DTK eliyle kurmuştur.
HDP/BDP sadece Türkiye Büyük Millet Meclisindeki PKK milletvekillerini temsil etmektedir ve PKK'nın batıya yayılma planıdır .
Bir noktada da DTK'yı sessizce yapılandırma planıdır ,çünkü batı medya aracılığıyla HDP/BDP ile meşgul edilmektedir
PKK'nın devlet yapılanması KCK esaslarına göre DTK'dır.
Avrupa Konseyi (AK) parlamenteri İzlandalı Ögmunder Jonasson ,Avrupa Parlamentosu eski parlamenteri Feleknas Uca ile birçok Avrupalı Parlamenter ve Suriyedeki Kantonu parlamenterleri DTK binasında toplanmaktadır .
Almanya Ankara Elçisi Kurz, DTK’yı ziyaret etmiştir.
ABD Adana Konsolosu John L. Espinoza ziyaret etmiştir.
EN SON ALINAN KARALAR
1- Ermeni soykırım konferansı hazırlanacak
2-Kürdistan'ın dört parçasından gelen temsilcileri burada toplanmalıdır
3-Kürdistan Ulusal Kongresi' burada toplamalıdır
4-Öcalan dünya lideridir.
5-28 Eylülde eğitim faaliyetlerine katılmama kararı alınmıştır.
6-Özgür önderlik, özgür Kurdisdan’, ’Özerk Kürdistan şiarıyla, ulusal birlik kararı alınmıştır
7-’Kürt Milli Marşı’ olarak nitelendirilen ’Ey Rakip’in okunması ve saygı duruşu yapılmaktadır.
8--Ulusal birlik ve kongre çalışmaları kapsamında Irak Kürdistan Bölgesi’nde temaslarda bulunan DTK-HDP-DBP heyeti,sözde Rojava’ya geçmiştir.
9-Dolmabahçe mutabakatı ve çözüm sürecine dönme kararı alınmıştır.
10-PKK'ya yaılan operasyonlara karşı karşı uluslararası kamuoyunu ve demokratik güçleri sorumluluk almaya çağrılmış . Birleşmiş Milletler’e de bu savaş ve katliamların suçlularını uluslararası savaş mahkemelerine sevk etme çağrısında bulunumuştur.
11-DTK başkanı Ahmet Türk demokratik özerk Kürdistan projesinden ne anladığımızı ana hatları ile sizlerle paylaşacağız” dedikten sonra taslak metnini okumuştur
12-Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na koyulan çekincelerin kaldırılmalıdır.
AHMET TÜRK TARAFINDAN OKUNAN METİNDE
KÜRT HALKI ESKİ STATÜ ALTINDA YAŞAMAK İSTEMEMEKTEDİR
ÖZERK KÜRDİSTAN’IN İNŞAASI HEDEFLENMEKTEDİR
PARLAMENTOYU ÖZERK KÜRDİSTAN TEMSİLCİ GÖNDERİR
TÜRKİYE VE KÜRDİSTANI ORTAK VATAN OLARAK GÖRMEKTEYİZ
ÖZ SAVUNMA HAVA VE SU KADAR YAŞAMSAL ÖNEMDEDİR
YENİ BİR ANAYASA ZORUNLULUKTUR
DENİLMİŞTİR.
TÜRK HALKINI UYANDIRMAMAK İÇİN ALINAN KARARLARIN BÜYÜK BÖLÜMÜ HALA SAKLANMAKTADIR
Demokratik Bölgeler Parti’li (DBP) belediye başkanları Diyarbakır’da bir araya gelerek, özyönetim taleplerine ilişkin basın açıklaması yaptı. Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, Kürt meselesinden ayrı olarak yerinden yönetimin Türkiye için acil bir ihtiyaç olduğunu söyledi.
Doğu ve Güneydoğu’daki DBP’li belediye başkanlarının katılımıyla dün Diyarbakır’da başlayan ve öz yönetim konusunun tartışıldığı ‘Hep birlikte öz yönetime’ içerikli toplantı bugün sona erdi. Toplantının sonuç bildirgesi bugün düzenlenen basın açıklamasıyla kamuoyuna duyuruldu.
Mardin Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ahmet Türk tarafından okunan sonuç bildirgesinde, özyönetim talebi dile getirildi. Kürt meselesi yüzde 90 yerel yönetimler sorunu olduğunu anlatan Türk, şunları söyledi:
“Yüzlerce yıl bu coğrafyada özerk ve kendi topraklarında yaşayan Kürtler’in, bu tarihsel ve meşru talebi bir kez daha yasa dışı, illegal ilan edildi. Bilindiği gibi Kürtler, ‘Ne istiyorsunuz?’ sorusuna ‘Özerklik’, ‘Özyönetim’ cevabını vermektedir. Tüzük, program, kongre ve konferanslarda bunu açıkça ifade etmiş, seçilmişler de bu talebini sıkça dile getirmişler. Bugün bunu daha net bir şekilde ortaya koymaktadırlar. Kürt meselesi yüzde 90 yerel yönetimler sorunudur tespiti ve statüsüz bir çözümün olmayacağı gerçeği orta yerde durmaktadır. Bu sorun çözülmedikçe hepimizin ödediği faturanın katlanarak artığı görülmektedir. Kürt meselesinden ayrı olarak yerinden yönetim bu ülke için acil bir ihtiyaçtır. Hele son dönemlerde artan tek kişilik yönetim hevesi bunu zorunlu kılmaktadır. Zaten Kürtlere karşı bu katı tutumun altında bu talebin ülke geneline yansıması kaygısı yaratmaktadır.”
ÖZYÖNETİMLERİN DEVLETİ REDDETMEDİĞİNİ BELİRTİYORUZ
DBP’li yerel yönetimler olarak, çağdaş, evrensel ve demokratik hukuk tarafından temel insan hakkı olarak kabul edilen ve partisinin programında savundukları özyönetimin, Türkiye ‘nin demokrasinin ileriye taşıyacağını ifade eden Türk, şöyle devam etti:
“Küresel ve yerel düzeyde iflas eden ulus devletçiliğin, toplumsal sorunları çözme bir yana daha da derinleştirdiğini görüyoruz. Hükümeti, demokratik ve eşitlikçi bir şekilde ülkeyi kaostan çıkarmaya, Türkiye’de yaşayan tüm halkların, inançların ve düşüncelerin kendini bulacağı bir anayasa oluşturmaya, yerellerden gelişen her türlü antidemokratik politikaları son vermeye, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na koyulan çekincelerin kaldırılmasına, Abdullah Öcalan’ın özgür bir şekilde çözüm sürecinde muhatap alınmasına, özyönetimin devleti ret etmediğini belirterek, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve hükümetini, halkın özyönetim talebini saygılı yaklaşmaya, tüm demokratik tepkilere rağmen sürdürülen baskıları sonlandırmaya ve evren hukuk kurullarına uymaya çağırıyoruz.”
Türk, açıklamasında hem Kürt konusunun çözümünde hem de barışın tesisinde belirleyici önemdeki özyönetim talebini meşru ve demokratik bir talep, hak olarak gördüklerini dile getirerek, özyönetim talebinde bulundukları için tutuklanan belediye başkanlarının serbest bırakılması çağrısında bulunarak, son dönemlerde yaşanan sokağa çıkma yasağına tepki gösterdi.
Ahmet ÜN/DİYARBAKIR/DHA
BU SUDİARABİSTANIN CANI CEHENNEME
ÖLÜLERE BÖYLEMİ SAYGILI OLUNUR?
ŞEREFSİZ SUDİARABİSTANIN
İNSANLARA VERDİĞİ DEĞERE BAKIN
BUNLAR GERÇEKTEN ŞEREFSİZ ÖLÜLERE BİLE DEĞER GÖSTERMİYORLAR,BİRDE HALA ARAPSEVERLİK YAPANLAR VAR BUNLAR KENDİNDEN BAŞKASINI ASLA SEVMEZLER
BAŞKA ÜLKE ARAPLARINDAN OLSALAR BİLE SEVMEZLER ZATEN ONUN İÇİN İSLAM ÜLKELERİ PRAMPARÇA
BİZ SADECE BU RESMİ ELE GEÇİRDİK DEMEK GÖREMEDİĞİMİZ NE REZİLLİKLER VAR
İşte ‘Demokratik Özerklik' taslağı tam metni
Paylaş
Benimsayfam'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Ferit ASLAN/ DİYARBAKIR,(DHA) 20 Aralık 2010
DEMOKRATİK Toplum Kongresi (DTK)’nın hafta sonu Diyarbakır’da 2 günlük çalıştayda yazar, akademisyenler ve siyasetçilerle tartıştığı, ‘Demokratik Özerk Kürdistan Modeli’ taslağında, “Demokratik özerklik, Kürt halkının artık mevcut durumda varlığını tehdit eden bu yönetim altında statüsüz bir halk olarak yaşamak istemediğinin ifadesi olmaktadır” açıklamasına yer verildi.
Diyarbakır’da hafta sonu Ahmet Türk başkanlığında DTK’nın düzenlediği çalıştayda, siyasetçiler, bazı STK temsilcileri, akademisyenler ve yazarlar tarafından basına kapalı tartışılan ‘Demokratik Özerk Kürdistan Modeli’ taslağı 16 sayfadan oluşuyor. Taslak tartışmaya açılmadan ve dağıtılmadan önce DTK başkanı Ahmet Türk bir konuşma yaptı. Türk, taslak metnin, tüm bileşenlerce şimdiye kadar yaptıkları tartışmaların, çalıştayların ve toplantıların odaklandığı temel konuların özetlenmesinden ve derlenmesinden oluşturulduğunu söyledi. Türk, “BDP’nin TBMM’de Kürt sorununun çözümü için ilk kez önerdiği ve şimdiye kadar tartışa geldiğimiz demokratik özerk Kürdistan projesinden ne anladığımızı ana hatları ile sizlerle paylaşacağız” dedikten sonra taslak temin okundu.
DHA muhabirinin elde ettiği ve ‘Demokratik Özerk Kürdistan modeli taslağı’ başlığını taşıyan çalışma 16 sayfadan oluşuyor. Kısa tarihçe ile başlayan taslak metin, ‘Güncel durumun zorunlulukları ve demokratik özerkliğin genel esasları’ bölümü ile devam ediyor. Bu bölümde, günümüzde bütün olumsuzluklara ve ortaya çıkan engellere rağmen uluslararası ve bölgesel siyasal durumda Kürt sorununun çözümü açısından elverişli hale geldiği belirtilerek şöyle denildi:
KÜRT HALKI ESKİ STATÜ ALTINDA YAŞAMAK İSTEMEMEKTEDİR
“Türkiye toplumunda ortaya çıkan Kürt sorununun çözümü konusundaki eğilim ve çözümü konusunda gerekli imkan ve fırsatları sunmaktadır. Artık, Türk devleti, eski politikayı sürdüremez hale geldiği gibi, Kürt halkı da eski statü altında yaşamak istememektedir. Bizler bir yandan demokratik özerkliği devlet ile diyalog temelinde gerçekleştirmek isterken, diğer yandan halkımızın demokratik örgütlenmesi ve buna dayalı mücadelesi temelinde kurumlaştırmak istiyoruz. Demokratik özerklik yalnız Türkiye ve Kürtler arasındaki ilişkileri ve Kürt sorununu çözmeyecek, bunun yanında Türkiye’nin toplumsal sorunlarının çözümü açısından da köklü bir demokratik siyasal yapılanmayı ortaya çıkaracaktır. Bu durumda Kürt halkının kendi demokratik, özgürlükçü yaşamını meşru bir şekilde kurma dışında bir seçeneği kalmamıştır. Demokratik özerklik, Kürt halkının artık mevcut durumda varlığını tehdit eden bu yönetim altında statüsüz bir halk olarak yaşamak istemediğinin ifadesi olmaktadır. Dünyada Kürtler gibi 40 milyona aşkın gibi nüfusa sahip olan ama, hakları bu denli yok sayılan ve ulusal varlığı yok edilmeye çalışan başka bir halk yoktur. Demokratik özerklik, Türk devletinin Kürtler üzerinde inkar ve imha politikaları temelinde kurduğu siyasal statüyü reddederek kendi özgürlük ve demokrasisini yaşadığı yeni bir statüye kavuşmayı ifade etmektedir.”
ÖZERK KÜRDİSTAN’IN İNŞAASI HEDEFLENMEKTEDİR
Taslakta, Demokratik Özerkliğin Kürdistan toplumunu siyasal, hukuki, öz savunma, sosyal, ekonomik, kültürel, ekoloji ve diplomasi şeklindeki 8 boyutta örgütleyip siyasi irade yaparak demokratik özerk Kürdistan’ın inşasını hedeflediği belirtildi. Taslakta, “Demokratik Özerklik olmaksızın Kürtler kendini demokratik bir toplum olarak demokratik siyasi bir iradeye kavuşturmayacaklardır. Demokratik Özerklik sınırların değişmesini değil, sınırlar içinde halkların kardeşliğini ve birliğinin pekişmesini sağlayacak böylece Türkiye’de oluşan karşıtlanmayı durdurup Kürt halkı ile Türkiye’nin yeni bir sözleşme ile Türk Kürt ilişkilerinde yeni bir dönem başlatacaktır. Demokratik Özerklik bir devlet kurumlaşması olmadığı için iktidar ve devlet odakları savaşlar içinde olmaz. Bu açıdan tüm topluluklar halklar ve siyasi birimlerle karşılıklı çıkar içinde en sağlıklı ilişkileri kuracak karaktere ve kapasiteye sahiptir. Demokratik Özerklik yönetimi Kuzey Kürdistan'daki (Türkiye) halkın öz iradesi olurken, diğer parçalardaki öz iradeler olan demokratik konfederal örgütlenmelerle içinde yaşadıkları devletlerin sınırlarına dokunmadan bir birinin güçlendirme ve tamamlama biçminde ilişkiler kuracaktır. Demokratik özerklik, bir devlet kurma ya da devlet yıkma projesi olmadığından bölge devletlerinin bu temelde Kürt sorununu çözmesine yol gösterecek ve yardımcı olacaktır” denildi.
PARLAMENTOYU ÖZERK KÜRDİSTAN TEMSİLCİ GÖNDERİR
Taslak’ta demokratik Özerklik modelinin boyutları ile ilgili bölümde ise, Demokratik özerklikte siyasi yönetimin tabandan başlayarak köy komünleri, kasaba, ilçe, mahalle meclisleri, kent meclisleri biçiminde demokratik konfederal temelde örgütlenmesini yapacağı belirtildi. Taslakta, “Üstte Toplum Kongresinde temsiliyetini bulur. Demokratik Özerk Kürdistan Toplum Kongresi, Demokratik Türkiye Cumhuriyeti parlamentosuna kendi temsilcilerini göndererek ortak vatan politikalarına dahil olur. Demokratik özerk Kürdistan kendisini temsil eden özgün bayrak ve sembollere sahiptir. Ayrıca demokratik özerklik alanında farklı kimliklerde kendi sembollerini kullanır. Bu anlamda demokratik özerklik Kürt halkının demokratik Türkiye içinde yaşama iradesidir. Yani Kürt halkının siyasi statüsünü ifade eder. Demokratik Özerk Kürdistan ile toplumun siyasi, sosyal, ekonomik, kültür, sanat, spor, eğitim, hukuk kamusal amaçlı ulaşım, ticari, sanayii ve benzeri tüm alanlarda araçları olan siyasi partiler ideolojik hegemonyayı siyasi hegemonyaya amaçlamadan ahlaki ve politik topluma ters düşmeden yeniden yapılandırılmalıdır” denildi.
TÜRKİYE VE KÜRDİSTANI ORTAK VATAN OLARAK GÖRMEKTEYİZ
Demokratik Özerklik modelinin taslağında yer alan Hukuki boyutta ise şu ifadeler yer aldı:
“Kürt halkına yönelik gayri hukuki gayri insanı yaklaşımın, inkar siyasetinin ve imha savaşının son bulması Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde barışçıl temelle özgür demokratik birliğin sağlanması için gerekli anayasal, yasal düzenlemeler demokratik özerklik statüsü ön görülerek yapılandırılmalıdır. Türkiye ve Kürdistanı ortak vatan olarak görmekteyiz. Demokratik Özerklik hukuku yeni Türkiye Cumhuriyeti anayasası ve AB hukukunca tanınarak karşılıklı referanslarla hukukilik ve yasallığı sağlanmalıdır. Kürt halkı, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde halk olarak temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını demokratik özerklik statüsü ile sağlayabilir. Bu statü Kürt halkının rızasına dayalı özgür, eşit, gönüllü birliktelik, iradesinin ifadesi olup Türkiye Cumhuriyeti anayasası ve yasalarınca güvence altına alınmalıdır. Kürdistan ile Türkiye’nin diğer bölgelerinde yaşayan Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti devleti ile ilişkilerine demokratik özerklik statüsü temelinde düzenler.”
ÖZ SAVUNMA HAVA VE SU KADAR YAŞAMSAL ÖNEMDEDİR
Demokratik Özerklik ile birlikte kamuoyunda çok tartışılan ‘Öz savunma’ ile ilgili bölümde ise, öz savunmanın, hem varlığını dıştan gelecek saldırılara, hem de ahlaki ve toplum politik gerçekliğine karşı içten gelişecek tehlikeleri etkisiz kılmak için hava ve su kadar yaşamsal önemde olduğu belirtildi. Öz savunmanın ahlaki ve politik toplumun güvenlik politikası olduğu belirtilen taslakta, “Öz savunma boyutu toplumlar için sadece bir askeri savunma olgusu değildir. Kimliklerini koruma, politikleşmelerini sağlama ve demokratikleşmelerini gerçekleştirme olgusu ile iç içedir. Öz savunma örgütlü topluma dayanır. Örgütlü toplum, öz savunmasını en iyi yapan toplumdur. Tüm toplumlarda öz savunma varlığını korumanın olmazsa olmazıdır. Demokratik Özerklik statüsünün kabul edildiği koşularda öz savunma askeri tekel olarak değil, toplumun iç ve dış güvenlik ihtiyaçlarına göre demokratik organların denetimi altında oluşturulabilir. Şehir, kasaba, mahalle ve köydeki yaşayan tüm halklar faşist, gerici ve soykırımcı saldırılara karşı duyarlı olur. Öz savunma esasında bu yönelimler karşısında toplumsal direnişi ifade eder. Öz savunma uluslararası sözleşmeler ve BM tarafından tanımlanan bir haktır” denildi.
DEMOKRATİK ÖZERK KÜRDİSTAN’DA RESMİ DİL KÜRTÇE VE TÜRKÇE OLSUN
‘Demokratik Özerk Kürdistan Modeli’ taslağının ‘Kültürel boyut’ başlığında ise, Kürtçe’nin kamusal alanda kullanımı önündeki engellerin kaldırılarak ana okuludan üniversiteye kadar eğitim dili haline getirilmesinin sağlanması gerektiği ifade edildi. Taslakta, “Türkiye metropollerine ve yurt dışına göç edilmiş Kürtlerinde ana dil eğitim yapma imkanlarına kavuşması ve kültürel erimenin önüne geçilmesi için yasal ve anayasal düzenlemeler yapılmalıdır. Demoktratik Özerk Kürdistan’da resmi dil Kürtçe ve Türkçe olmasının yanısıra coğrafyamızda konuşulan tüm diller (Asuri, Süryani, Arapça ve dahası) lehçelerinin kullanımı, eğitimi, geliştirilmesi de anayasa ve yasalarca teminat altına alınmalıdır. Hizmet dili Kürtçe olmalı, yerleşim yerlerinin orijinal isimleri iade edilmelidir” denildi.
AHMET TÜRK: TASLAK DAHA DA OLGUNLAŞTIRILMALI
Taslak metnin okunmasından sonra Ahmet Türk’ün toplantıda söz aldığı ve söz konusu taslak metnin üzerinde çok tartışılacak ve daha da olgunlaştırılması gereken bir metin olduğunu belirterek, “Fakat, Kürt halkının asgari ihtiyaçları da Kürdistan bölgesinin tüm farklılıklarıyla özgür bir şekilde ortak vatan Türkiye’de var olabilmenin koşullarınında açık bir şekilde belirtildiğini düşünüyoruz” dedi.
23 Eylül 2015 Çarşamba
ALÇAK PKK ÇÖKÜŞTE İNŞALLAH KÖKÜ BİTER
Teslim olan Murat Karayılan'ın en yakınındaki isim, itiraflarda bulundu
Türk Ordusu bölücü terör örgütü PKK'nın belini kırmak üzere... PKK liderlerinden Murat Karayılan'ın uzun yıllar sağ kolu gibi olan ve örgütte çok güvendiği bir örgüt üyesi güvenlik güçlerine teslim oldu. Teslim olan o örgüt üyesi Karayılan'ın değerlendirmelerini açıkladı. İşte Murat Karayılan'ın ağzından PKK'nın çaresizliği...
PKK liderlerinden Murat Karayılan'ın, uzun yıllar en yakınında bulunan ve çok güvendiği isim geçen hafta sonu Güvenlik Kuvvetlerine teslim oldu.
Güvenilir kaynaklardan edinilen bilgilere göre Karayılan'ın en güvendiği isim doğrudan Murat Karayılan'ın ağzından bilgiler verdi.
İsmi açıklanmayan PKK'lının verdiği bilgiler, PKK'nın çaresizliğini gözler önüne serdi.
İşte Murat Karayılan'ın ağzından PKK'nın durumu:
- TC Ordusu 22 Temmuz'da başlayan hava harekatlarıylagerek kırsaldaki, gerekse il ve ilçelerdeki komutanlıklarımıza ve unsurlarımızahiç beklemediğimiz darbeyi vurmuştur. Bunu söylemekten utanıyor muyum? Hayır utanacak olan ben değilim, sizlersiniz. Size her şeyi verdik mi? Verdik. Bazı tavizler vererek dış unsurların desteğini sağladık mı? Sağladık. Hala da veriyoruz şu yok anımızda bile.
- Sizin yönettiğiniz salaklar ne yapıyor? Bu yok zamanımızda leblebi gibi mermi atıyorlar. Atmayacak kardeşim, hedefi görecek ona atacak. Mühimmat tedarik edemiyoruz. Yurtiçine gönderecek mühimmatımız iyice azaldı. Bizim mühimmat fabrikalarımız yok. İçerdekiler seviyemiz iyi diyorlar ama bu gidişle onlar da tükenecek. Yeni katılanların çoğu ya öldü ya da kaçtı. Adamları elinizde tutamıyorsunuz, sahip olamıyorsunuz. Kış döneminde bu konuda herkes öz savunmasını yazmaya hazır olsun. Kimsenin gözyaşına bakmam, acımam. Son iki ayda verdiğimiz kayıplar bir yana bunların ailelerine ne denecek onu düşünün. Çoğu evladını dağda sanıyor ama toprakta. Nereye gömüldüler onun hesabı bile karıştı. Bunları da düşünün, bir yol bulun.
- Böyle olmaz. Herkes sorumluluğu HPG’nin üzerine atıyor. Her kademe sorumluluğu üstlenmeli. Bölgede HPG adı olmadan tek yönetim kurulmalı; her şehirde 6-7 kişiden oluşan üst bir komutanlık örgütlenmeli. Başta YDG-H birimleri olmak üzere bütün direnen güçler o komutanlık bünyesinde yer almalı. O komutanlığın emrinde, sevk ve idaresinde direnişe katılmalıdır. Herkes kendi kafasına göre takılır ve sorumluluğu HPG’ye yıkarsa şu an düştüğümüz durumdan da kötüye gideriz. TC kararlı, böyle devam edemeyiz. Yok olup gideriz.
- Güçler kendisini Sivil Direniş Unsurları olarak örgütleyebililer.Artık bu ismi kullanacağız. “Şu HPG’dir, şu gençliktir, şu yerel birliktir” saçmalıklarını bir kenara bırakın. Oralarda HPG’den artık bahsetmemek gerekir. Orada ki (Türkiye’yi kast ediyor)herkes Sivil Direniş Unsurlarıdır. Önce kendi iç teşkilatımızı örgütleyelim. Şimdilik ismine SİVİL SAVUNMA, SİVİL DİRENİŞ diyebiliriz. Tabi bunun neresi sivil bilemem. Halkın çoğunu kaybettiniz. YDG-H denen garabet halka niye saldırdı. Biz ezin dedik, korkutun dedik; adamlar halkın çatılarından içeri roket attılar, ambulansları yakarak acil hastaların ölümüne neden oldular, bebeği buzdolabında öldürdüler.Kim inanır size TC yaptı.” demenize. 20 sene öncesinde yaşamıyoruz, her şey anında ortaya çıkıyor. Halk bize sırtını döndü. Yüzünü bir daha ne zaman döner veya döner mi?
- Artık YDG-H’nin PKK ile bağlantılı olduğu vurgulanmayacak. Hepsi Sivil Direniş Unsurları olacak. Sivil Direniş Unsurları YDG-H’nin kendisini sivil direnişe dönüştürmesinin adıdır. YDG-H hezimete uğramıştır. Bunun hesabını kendileri verecektir. PKK onların başarısızlığını üstlenemez.YDG-H’nin HPG bağlantısınıhalkımıza unutturmalıyız.
- Her il kendi birimini kurmalıdır. Bu birimlere bundan sonra Sivil Direniş Unsurları ya da Sivil Savunma Birlikleridiyeceğiz. Şehirde emir komuta sistemine bağlı bir birim olmalı. Bu birimleritek bir yerden yönetmemiz lazım. Yönetimdeki çok kritik isimler TC tarafından yok edildi, bir kısmı ellerine geçti. Aldıkları istihbarat bizi çözer, darmadağın eder. Bu sebeple yeni bir teşkilatlanma şarttır.
- Dersim bölgesi çok kötü durumda. Çöküyoruz hatta çöktük. Lider kadro teker teker gidiyor. TC Ordusu adeta çıldırdı, üzerimize çullandılar. Polis, Jandarma çok uyumlu çalışıyor. Ordu bunları kucaklamış hep birlikte üstümüze geliyorlar. Çok dikkatli olalım. Dinliyorlar, gözlüyorlar, vuruyorlar…
ulusalkanal.com.tr
REZALET DİYANETTE DİZ BOYU
BUNU YAPANLAR MİLLETİN KUL HAKKINI YEDİNİZ HARAM OLSUN SİZE
KURBANLARI SATMIŞLAR GELDE DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞINA KURBAN VER YAZIKLAR OLSUN MİLLETİ KANDIRANLARA HRAM ZIKKIM OLSUN
Türkiye Diyanet Vakfı’nın “vekalet” kurbanlıkları gelir kapısı olarak gördüğü belirlendi. Yurttaşların ihtiyaç sahiplerine dağıtılmak üzere Türkiye Diyanet Vakfı'na parasını yatırdığı vekalet kurbanlıkların, Vakıf tarafından Et ve Balık Kurumu'na satıldığı anlaşıldı. Türkiye Diyanet Vakfı ile Et ve Balık Kurumu Genel Müdürlüğü arasında 7 Kasım 2007’de imzalanan protokol 8 yıl sonra ortaya çıktı.
Sözcü'nün haberine göre, bu protokole o dönem Türkiye Diyanet Vakfı adına Genel Müdür A.İhsan Sarımert, Et ve Balık Kurumu adına Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür Hasan Atagün ile Genel Müdür Yardımcısı Muhammet Kaya imza attı.
Protokole göre, yurttaşlardan gelen kurban paralarıyla Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yaklaşık 2 bin 500 büyükbaş kurbanlığın Et ve Balık Kurumu’ndan satın alınacağı belirtildi. Büyükbaş hayvanların (sığır) her birinin KDV dahil bin 680 liradan vakfa satılması ve kesimden sonra elde edilecek karkasın (sakatat hariç gövde eti) her birinin ise KDV dahil bin 278 liradan Et ve Balık Kurumu’na geri satılması protokole bağlandı.
EN FAZLA 50 ADET
Protokolde, kesimden sonra her bir kurbandan 140 kilo karkas esas alındı. Deri ve sakatatın Türkiye Diyanet Vakfı’nda kalmasında anlaşıldı. Protokolün “Canlı Hayvan ve Karkas Bedelleri” başlıklı bölümünde şu madde yer aldı:
“Vakıf kesimden sonra dağıtımda kullanmak üzere satıcıdan ihtiyacı kadar (en fazla 50 adet) gövde et talep edecek, satıcı da talep edilen eti Vakfa verecektir. Bu durumda bir hayvandan elde edilen karkas fiyatı esas alınacağından her karkas 140 kg. (kemikli gövde et) üzerinden hesaplanacaktır.
Vakfın talep edeceği etler Vakfın (Yurt içinde en çok 10 yerde) göstereceği adreslere satıcı tarafından topluca teslim edilebileceği gibi söz konusu miktardan bir kısmı talebe göre yıl içerisinde peyderpey teslim edilebilecektir”
YÜZDE 2’Sİ DAĞITILIYOR
Türk Diyanet Vakfı, yurttaşlardan topladığı kurban paralarıyla Et ve Balık Kurumu’ndan canlı büyükbaş hayvan satın alıyor. Bu kurbanlar EBK tarafından belirlenen kesimhanelerde kesiliyor ve Türkiye Diyanet Vakfı’na teslim edilmeden Et ve Balık Kurumu tarafından gövde et olarak geri satın alınıyor. Kurbanlara ait deri ve sakatatlar ise kesim bedeli olarak EBK’ya veriliyor.
EBK tarafından gövde et olarak satın alınan kurban etleri de, Et ve Balık Kurumu’na ait satış merkezlerinde yurttaşlara satılıyor. Türkiye Diyanet Vakfı’ndan kurban eti bekleyen yurttaşlar ve ihtiyaç sahipleri de sözde mağdur olmasın diye kesilen kurbanların sadece %2’si dağıtılıyor. Geri kalan kısmı gelir olarak Vakfın kasasına giriyor.
Kaynak : SÖZCÜ
22 Eylül 2015 Salı
HOŞT KÖPEK
SEN KİMSİN SENİN HADDİNEMİ ÜLKEMİZE DERS AKIL VERMEK
BUNLARIN YAŞANMAMASI İÇİN ÜLKEMİZDEKİ TÜM ÜSLERİN YABANCI ASKERLERİN ÜLKEMİZİN DIŞINA ÇIKARILMASI GEREKİR VE ÜLKEMİZİN ARTIK TAM BAĞIMSIZ OLMASI GEREKİR
İŞTE TAM BAĞIMSIZ OLMAZSANIZ BÖYLE KENDİNİ BİLMEZ İTLER HAVKIRIRLAR,BİZİM NATOYU,AMERKAN VE BAŞKA ÜLKELERİN ÜSLERİ KAPATIP TÜM YABANCI ASKERLERİ ÜLKEMİZDEN DEF ETMEMİZ GEREKİR
DÜŞÜNÜN AMERKA,ALMANYA,İNGİLTERE VB.ÜLKELER
HESAPTA MÜTTEFİKİKLERİMİZ AMA BİZİ YOK ETMEK İÇİN İÇERDE VE DIŞARDA ÜLKEMİZİ YOK ETMEYE ÇALIŞIYORLAR VE HALA BİZ ONLARA GÖBEĞİMİZDEN BAĞLIYIZ DÜŞÜNÜN KALLEŞ PKK,PYD,YPG,YPJ,IŞİD ONLARIN YARATTIĞI YÖNLENDİRDİĞİ ÖRGÜTLERDİR GÖZÜMÜZE SOKA SOKA BUNLARI YAPARKEN BİZ HALA ONLARLA NASIL MÜTTEFİK OLURUZ,ARTIK BAZILARININ ANLAYAMADIĞI KULAKTAN DOLMALARLA SEVMEDİĞİ ATATÜRK GİBİ DÜŞÜNELİM VE TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE DİYELİM BUNLARI ATATÜRKÜN ÜLKEMİZDEN TEMİZLEDİĞİ GİBİ TEMİZLEYELİM ÜLKELERİNE GÖNDERELİM YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE
ALTTAKİ YAZIYI İYİ OKUYUN ÇARPITMAYIN
BİZ HEYKELLERE ASLA TAPMAYIZ O KİŞİLERİ TEMSİL ETTİKLERİ İÇİN ORAYA GİDER O KİŞİLERİ ANARIZ AYNI MEZARDAKİLERE YAPTIĞIMIZ GİBİ,PEKİ BİZLERE BU İFTİRAYI ATANLAR NE YAPIYOR RESMEN HOCA EFENDİLERİNE,ŞEYHLERE KOŞULSUZ BİAT EDİYORLAR ÖLDESE ÖLECEKLER,ÖLDÜR DESE ÖLDÜRECEKLER O KADAR ÇOKDA ÖRNEĞİ VAR
ATATÜRKÜN HEYKELİNE TAPIYORSUNUZ DİYE SAÇMALAYANLAR BAKIN FATİHİNDE BAŞKA PADİŞAHLARINDA HEYKELLERİ VAR,ONLARA ACABA NEDEN SES ÇIKARMIYORSUNUZ?AMA BİZ FATİHİN HEYKELLERİNEDE SAHİP ÇIKIYORUZ HEP DERİM BİZİM İÇİN HEYKELLER
SEMBOLDÜR ANMAKTIR ASLA TAPINAK DEĞİLDİR YANİ BAZILARI BİZİ BÖYLE GÖRMEK İSTEDİKLERİ İÇİN BİZE ÖYLE İFTİRA ATIYORLAR,AMA BİLMEM ŞU EFENDİ HOCA,BİLMEM ŞU EFENDİ ŞEYH VB. KİŞİLERE RESMEN KÖLE OLUYORLAR SÖZLERİNDEN ÇIKMIYORLAR ÖLDESE ÖLÜYOR,ÖLDÜR DERSE ÖLDÜRÜYORLAR ACABA KİMLER GÜNAHKAR BİZ HEYKELLERİ TASVİR EDİLENLERİ SADECE ANMAK ADINA ORDA OLANLARMI?YOKSA İNSANLARA NERDEYSE TÖBE HAŞA TAPANLARMI GÜNAHKAR?
21 Eylül 2015 Pazartesi
AJANLAR İŞ BAŞINDA,BUNLARDAN O KADAR ÇOKKİ HALKIN İÇİNE SIZDILAR HERKESLE İYİ SAMİMİ İLİŞKİLER KURARAK İŞLERİNİ GİZLİCE HALLEDİYORLAR BUNLARIN AJANLIKLA YARGILANMASI GEREKİR
ÜLKEMİZDE O KADAR ÇOK AJAN VARKİ
KİMİ PAPAZ,KİMİ RAHİBE,KİMİ DİL ÖĞRETMENİ VEYA BAŞKA ÖĞRETMEN,KİMİ BAŞKA İŞLERE MENSUP VB.KILIKTA HERYERİ SARMIŞLAR VE BÖYLE OLAYLARDA İÇERİ SIZIP PROVEKE EDİYORLAR HAİNLER BUNLARI ALIP HEMEN AJANLIKTAN YARGILASALAR BUNLAR OLMAZ
Provokatörler iş başında
Avrupa hayali için Edirne’ye doğru yürümeye başlayan mültecilerin arasına provokatörler sızdı. Alman Nora Sophia ve Fransız Charlotte Lecaille, dün polise taş atarken yakalandı. Mültecileri de polise taş atmaları için kışkırtan provokatörler, Gezi eylemlerinden de sabıkalı çıktı.
Esenler Otogarı'nda mültecilere tahsis edilen otobüslere binmeyip TEM otoyolundan Edirne'ye doğru yürüyüşe geçen 500 kişinin arasına provokatörler sızdı. Edirne'ye yürüyen mültecileri polise taş atmaya zorlayan 5 kişi gözaltına alındı. Edirne'ye yürüyen mülteciler TEM Esenyurt sapağında çevik kuvvet polisleri tarafından durduruldu. Sığınmacıların uygun araçlar ile taşınacakları açıklandı. Mültecilerin çoğu bu talebi kabul etti ve geri dönmeye ikna edildi. Bir grup mülteci ise ellerini enselerine bağlayarak oturma eylemi yaptı.
EZİ'DE DE BAŞI ÇEKTİLER
Bu sırada bölgede bulunan ve mültecilerin arasına sızan provokatörler devreye girdi. Alman ve Fransız provokatörler ortamı hareketlendirerek polise taş atmaya başladı. Olayların büyümesinin ardından ise mültecileri kışkırtan eylemciler gözaltına alındı. İstanbul Güvenlik Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından polise taş atarken yakalanarak gözaltına alınan provokatörlerin Gezi eylemlerinde de aktif rol üstlendikleri tespit edildi. Mültecileri polise taş atmaları için provake eden 28 yaşındaki Alman Nora Sophia ve 29 yaşındaki Fransız Charlotte Lecaılle'nin, Gezi eylemlerinde İstanbul'a gelerek polise karşı kışkırtma faaliyeti üstlendiği belirlendi.
3 KİŞİ DAHA YAKALANDI
Alman ve Fransız provokatör ile birlikte hareket eden 3 şüpheli daha yakalandı. Iraklı olduğu öğrenilen 27 yaşındaki Muhammed Fares, Suriye uyruklu 30 yaşındaki Ali Fares ve Halep doğumlu 23 yaşındaki Abdalsalam Sakkal da gözaltına alındı. Irak ve Suriye uyruklu şüphelilerin de mültecileri kışkırtmaya çalıştıkları tespit edildi.
Hamdi Koçoğlu Yeni Şafak
PKK, Türk halkını isyana teşvik etmeye çalışıyor!..
Terörü sıfırlayan efsane Bakan Tantan, SÖZCÜ’ye konuştu
Nil Soysal’a konuşan Tantan, “Siyasi partilerin Türkiye’yi kucaklayan bir lider çıkarması lazım” dedi.
Sadettin Tantan, “Terör örgütü, Batı’dan destek görebilmek için Türk halkını isyana zorluyor. Bu sayede dünyaya ‘Katliam ve soykırım var’ diyecekler. Halkımız her açıdan sahipsiz bırakılmıştır. Bu oyuna gelmemek lazım” dedi
İçişleri eski Bakanı ve efsane polis Şefi Sadettin Tantan ile yazlarını geçirdiği Sapanca’da bir araya geldik. Üzerinde spor kıyafeti, ayağında spor ayakkabıları, elinde bahçe makasıyla karşıladı bizi… Evinin bahçesindeki bütün sebzeleri kendisi ekmiş. Kara lahanadan domatese kadar yok yok. Bahçe taa göl kıyısına kadar uzanıyor. Kıyıda küçük bir iskele var. İskeleye bağlı bir de kayık. Ama hayli cafcaflı… Meğer saltanat kayığıymış o. İlçede adetmiş. Yeni evlenen çiftler, saltanat kayığıyla turlarmış… İşte böylesine huzur dolu bir atmosferde, dürüstlüğüyle olduğu kadar içtenliğiyle de ünlü olan o “Efsane” isimle, Türkiye’nin iç karartan gündemini konuştuk…
- Şu anda herkesin en çok sorduğu soru; 1 Kasım’da seçim yapılabilecek mi, yapılamayacak mı?
İktidar sahipleri seçimin olacağını ifade ediyor ama ülkenin bir bölümünde alan hakimiyeti PKK’nın elinde gözüküyor. Asıl soru; alan hakimiyetini sağlamadan seçime nasıl gidilecek? Çünkü alan hakimiyeti PKK’nın tehdidi altındaysa, oradaki vatandaşların özgürce kendi iradelerini sandığa yansıtmaları mümkün değil. Bu durum sadece Doğu ve Güneydoğu’da değil Batı illerinde de PKK’nın tehdidi hissediliyor.
MİLLETVEKİLLERİ DARBE YAPABİLİRDİ
- İktidar partisi son anda “Güvenlik yok, seçimler iptal” diyebilir mi?
Sandıkları güvenli bir şekilde halkın önüne koyamazlarsa 1 Kasım’da seçimler iptal olur. Tabii böyle bir kararı, normal şartlarda Meclis alabilir. Ancak artık anayasa, Meclis kararı filan yok hükmünde… Meclis kendi iradesine sahip çıkmadığı için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “saray darbesi” ile seçim hükümetini kurdu ve bütün milletvekilleri bunu seyretti. Erken seçim kararı milletvekillerinin iradesine bağlı olmasına rağmen maalesef milletvekilleri bu iradelerini ülkenin ve milletin menfaatleri doğrultusunda kullanamadılar.
- Nasıl kullanabilirlerdi?
Saray’ın bu darbesine karşılık, milletvekilleri bir darbe yapabilirdi! Hâlâ da yapabilirler. Milletvekilleri genel başkanlarının iradesinden bağımsız olarak Meclis’i toplayıp, ülkenin geleceği için bir araya gelebilir. O anlamda 276 ve üstünü elde ettikleri takdirde Meclis’te komisyonları kurabilir ve seçim hükümetini devirip, bir Meclis hükümeti kurabilirler. Buna hiçbir engel yok.
HALK, PARTİLERE GÜVEN DUYMUYOR
- Bugünkü fotoğraf üzerinden baktığımızda, bu ortamda 1 Kasım seçimleri yapılamazsa ne olur?
1 Kasım seçimleri yapılamazsa kaos devam eder ve daha tehlikeli boyutlara varır. Çünkü iktidarın izlediği politikalar sonucu PKK ve IŞİD tehdidi arasında sıkışan Türkiye, bu irade ile yoluna devam edemez. Halkın güveneceği bir iradenin iktidara gelmesi gerekiyor. Şu anda ne acı ki; iktidar ve muhalefete gönül vermiş olan kesimlerin hiçbiri, bu gönül verdikleri partilere bile güven duymuyor. Yeni bir siyasi kimlik oluşamıyor, oluşturulmuyor.
- Genel Başkanı olduğunuz Yurt Partisi’nin bu seçimlerde CHP ile bir ittifak yapması söz konusu mu?
Ben bunu Rahmi Turan’la başlayan, Soner Yalçın ve Uğur Dündar’la devam eden, daha sonra televizyonlarda da dile getirilen bir temenni olarak okudum. Halkta ve tabanda çok yoğun bir baskı oluştu ama realiteye dönüşemedi.
TEHLİKELİ BİR SÜREÇTEN GEÇİYORUZ
- Teklifi siz götürseydiniz…
Ülkeyi yönetmeye talip olan siyasi iradenin, Türkiye’nin içinde bulunduğu felaketi kendisinin görmesi lazım. Biz 7 Haziran öncesinde de, daha önce de çıkabildiğimiz televizyon kanallarında hep Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir kurucu parti gibi Türkiye’de liderlik yapması gerektiğini dile getirdik. Bunu dile getirirken, milletvekili olmamızı da dayatmadık. Önemli olan; siyasi partilerin Türkiye’yi kucaklayan, Türkiye’de liderlik yapabilecek, halkın güven duyacağı insanları çıkarmasıdır. Çünkü Türkiye tehlikeli bir süreçten geçiyor.
- Ne yapmak gerekiyor?..
Bakın; AKP iktidara geldiği günden beri projesini alenen söylüyor; “Ben Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıyım” diyor. “Ben üçlü devlet halkasının yaratılmasına büyük katkı sağladım” diyor. Nedir bu üçlü devlet halkası; AKP ve yandaşları devleti, KCK ve PKK devleti, cemaatler devleti. Hepsi çok zenginleşti. Hatta her biri birer medya patronu oldu. Vakıf ve dernekler olarak anormal derecede örgütlendi. Bunun karşısında Türk halkı her bakımdan sahipsiz bırakıldı. Ülkeyi bu durumdan çıkarması gereken Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Milliyetçi Hareket Partisi’nin de milliyetçi kimliği ile bunu yapabilecek gücü var. Bu iki parti, AKP’nin bu ülkeyi bir uçuruma sürüklemekte olduğunu sadece söylemde değil yan yana gelerek Meclis’te çözebilirlerdi.
ÖCALAN DA, BAYIK DA TAŞERON…
- Siz ülkede bir iç savaş tehdidi görüyor musunuz?
PKK’nın siyasetçileri ve eylemcilerinin tavırları; Türk halkını isyana teşvik yönünde… Bu emri ne İmralı’dan alıyorlar, ne de Kandil’den. Abdullah Öcalan da, Cemil Bayık da taşeron. HDP de siyaseten uluslararası alana taşınan bir araç. Kendileri isyan çıkarırsa, Batı’dan destek göremezler. Türk halkının ayaklanmasını istiyorlar. Bunu gerçekleştirebilirlerse, “Türkiye’de katliam ve soykırım var” diye NATO da, AB de, Amerika da gelebilir. Bu oyuna gelmemek lazım.
“1 KASIM’DA SEÇİM YAPILAMAZSA KAOS ARTAR”
Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan, “1 Kasım’da seçimler yapılamazsa Türkiye’deki kaos devam eder ve hatta daha tehlikeli boyutlara varabilir” dedi.
PKK, Güneydoğu ve Doğu’da sanıldığı gibi ağırlıklı değil
- Güneydoğu Türkiye’den ayrıştı mı hakikaten?
Tabii ki ayrışmadı. Zihinsel anlamda ayrıştı gibi göstermek istiyorlar. Doğu ve Güneydoğu’da sadece Kürt vatandaşları yok. Çok geniş halk yığınları var. PKK’ya geçit vermeyen ağırlıklı Kürt vatandaşları da var. Aslında PKK orada o kadar ağırlıklı değil. Silahlı gücü olduğu ve insanları öldürdüğü için ayrıştı gibi göstermek isteniyor. PKK dünyanın en vahşi örgütü. Kendi kullandığı kimlikteki vatandaşlarını, çoluğunu çocuğunu öldürüyor. Şu da bir gerçek ki; Amerika dahil hiç kimse bu coğrafyada bizimle savaşmaya cesaret edemez. Türkiye’nin imkan ve kapasitesi ile kabiliyeti, bir anda IŞİD’i de ortadan kaldırır, PKK diye bir unsuru da bu coğrafyadan sildiği gibi, yurt dışında bile tehdit olmaktan çıkarabilir. Maalesef Türkiye’nin bu gücünü siyasi partiler tutuyor ve engelliyor. Halkın gücünü engelliyorlar. Çünkü Türk siyaseti tutsak… Siyaset tutsak olduğu için halkı da tutsak alıyor.
Terörün bitirilmesi için hukuki altyapı yeniden dizayn edilmeli
- Öncelikli meselemiz terörün sonlandırılması ama herkes farklı konuşuyor. Sizin öneriniz nedir?
Doğu ve Güneydoğu’da halk yıllarca teröre geçit vermedi. Onları bu iktidar sahipsiz bıraktı. PKK aşırı derecede zenginleşti. 2013’te kara para ile mücadele ve terörün finansmanı yasası çıktı. Ama bugüne kadar bir tane dosya adliyeye gitmiş değil. PKK, aynı zamanda bir organize suç örgütü… Türkiye’nin dört bir tarafında her türlü illegal faaliyette hakim. Kendi kurduğu gümrük kapıları var. “PKK bir kapıdan yılda 250 trilyon para kazanıyor” iddiası var. Ama bu iddia bile adli makamlara gitmedi. Terörün sonlandırılması için Türkiye’nin kendi hukuki altyapısını yeniden dizayn etmesi gerekiyor. Ulusal güvenlik stratejisi belgesinin yeniden yazılması, istihbarat ağlarının geliştirilmesi gerekiyor.
- İstihbarat ağı yetersiz mi?
Bugünkü istihbarat teşkilatı kafi değil. Türkiye, NATO istihbaratından ne kadar istifade ediyor? NATO’nun Atlantik Konseyi’nin Türkiye’deki altyapısının ne olduğu, kimlerden ve hangi kurumlardan oluştuğu bilinmiyor. Türkiye sadece PKK ve IŞİD değil bir de NATO tehdidi altında, bunu da gözden geçirmek lazım.
Kamu Görevlisinin Sorumluluğu
“Hukuk devleti” ve “kuvvetler ayrılığı” ilkelerine göre herkes Anayasa ve kanunlarla bağlıdır. Bu bir sistemdir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası bu ilkeler esas alınarak hazırlanmıştır. Kamu kudreti kullanıcıları dahil hiç kimsenin keyfi hareket etme, dilediğinde Anayasaya ve kanunlara uyma, dilemediğinde de uymama hak ve yetkisi bulunmamaktadır. Sosyal düzen kurallarından olan, hak ve hürriyetler için düzeni sağlayan hukuk kuralları, başta Devlet olmak üzere herkesi bağlayan emir ve yasakları ortaya koyarlar. Bu emir ve yasaklara uyulmadığında, bu defa kanunlarda öngörülen yaptırımlar kuralları ihlal edenlere uygulanır.
Normlar hiyerarşisinin tepesinde olan Anayasanın 2, 3, 4, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 13, 14, 15, 40, 81, 103, 129, 137, 138 ve 174. maddeleri; kamu kudreti kullanıcılarının uymakla yükümlü oldukları temel hukuk kurallarını ortaya koymuştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nde üniter yapı, “eşitlik” ve “hukuk devleti” ilkeleri benimsenmiştir. Buna göre; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çıkardığı tüm kanunlara, bu kapsamda ceza kanunlarına herkes tarafından uyulması, uymayanlar hakkında gerekli soruşturma ve kovuşturmaların başlatılması şarttır. Kanunların uygulanmasını takip etmek, yürütme organı ile idari makamların ve sonrasında da yargı erkinin asli görev ve sorumlulukları arasında yer almaktadır.
Kanunların, Ülkenin bazı yerlerinde veya bazı kişilere veya gerekli olduğu zamanlarda uygulanması gibi bir keyfiliğin kabulü mümkün değildir. Bu halde kanunu uygulamayan, yetkilerini kullanmayan, kanunu ihlal edenler hakkında gereğini yapmayanlar, sahip oldukları kast ve icra ettikleri eyleme veya ihmallerine göre sorumlu tutulacaklardır. Çünkü hukuk düzeni; toplumsal mutabakatla kamu kudretini kullanmakla yetkilendirilen Devletin ve kamu görevlilerinin, Anayasa çerçevesinde çıkarılan kanunlarda tanımlanan görev ve yetkilerin usule uygun kullanmaları suretiyle sağlanabilir.
Genel bir tanımlama ile “kamu görevlisi”, kamusal faaliyette bulunan kişiye denir. Ceza Hukuku da, ceza sorumluluğunun tayini bakımından “kamu görevlisi” tanımına yer vermiştir. “Tanımlar” başlıklı TCK m.6/1,c’ye göre; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama ve seçilme yoluyla veya herhangi bir şekilde sürekli, süreli veya geçici olarak kişiye “kamu görevlisi” adı verilir. Kamu görevlisi, kamu hizmetini yerine getirir.
“Kamu hizmeti” kapsamına giren “kolluk” kavramını kısaca açıklamak isteriz. Kolluk, idari (önleyici) ve adli kolluk, yani suç kolluğu olmak üzere ikiye ayrılır. İdari kolluk (bu kapsama giren istihbarat teşkilatları dahil); kanunlarda suç olarak tanımlanan eylemlerin işlenmesinin önüne geçmekle, kişilerin can ve mal güvenliğini korumakla, buna göre de bireylerin tehlikeye düşmesini ve zarar-ziyana uğramalarını engellemekle yükümlüdür. Önleyici kolluk yetkileri; Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu, Jandarma Teşkilatı Kanunu ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu başta olmak üzere birçok kanunda düzenlenmiştir.
Adli kolluk ise, ceza kanunlarında suç olarak tanımlanan eylemlerin icrasından sonra işlendiği iddia edilen suçu ve faillerini ortaya çıkarıp adalete teslim etmekle yükümlüdür. Bu konu, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160 ila 165. maddelerinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Kamu kudretini kullanmakla yetkili kılınan kolluğun, görevlendirildiği konularda yetkisini kullanmaktan kaçınması veya kasten yetkisini aşması düşünülemez. Bu tür bir davranış, en hafif tanımı ile görevi ihmal veya görevi kötüye kullanma olarak kabul edilir. Görev ve yetkilerinin gereğini yerine getirmeyenler; bu konuda Anayasa ve kanunla meşru kabul edilebilecek bir mazeret, örneğin meşru savunma, zorda kalma hali, görevin ifası, cebir-şiddete, ciddi korkutmaya maruz kalma, o an müdahale imkansızlığı veya müdahale etse bile sonucun değişmeyeceğine dair somut bir gerekçe ve savunma ortaya koymadıkça, ortaya çıkan olumsuz sonuçlardan kusurları derecesinde sorumlu tutulabileceklerdir.
Kanunsuz emir verilmesi ve bu emrin ifası yasaktır.
“Kanunsuz emir” başlıklı Anayasa m.137’ye göre;
“Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde, emri yerine getiren sorumlu olmaz.
Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz.
Askeri hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunla gösterilen istisnalar saklıdır”.
Anayasa m. 137’ye benzer bir düzenleme, “Kanun hükmü ve amirin emri” başlıklı Türk Ceza Kanunu m.24’de de yer almaktadır.
TCK m.24’e göre;
“(1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.
(2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.
(3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.
(4) Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur”.
“Hukuk devleti” ilkesinin temeli olan, yazılı hukuk sisteminde kamu düzeninin, barışının, kişi hak ve hürriyetlerinin korunmasının dayanağı kanunların keyfi, yani gelişi güzel uygulanması, kanunda tanımlanmayan yetkinin kullanılması, tanımlananın da kullanılmaması, eksik veya yersiz kullanılması, Anayasadan ve buna uygun çıkarılan kanundan kaynaklanmayan emrin üst tarafından asta verilmesi, kanunda öngörülen emir veya yasağı ihlal edene ceza tatbikinden kaçınılması kabul edilemez.
Kamu otoritesi ve kamu kudreti kullanıcıları, görev ve yetkileri ile ilgili ortaya çıkan bu tür yanlışlıkların sonucunda ortaya çıkan ve çıkabilecek somut tehlike, zarar ve ziyandan sorumlu tutulabilirler. Ancak bu sorumluluğun kapsamı; kusursuz ve toplu sorumluluk olarak değil, Ceza Hukukunda benimsenen “şahsi kusur sorumluluğu” ilkesine tespit edilmelidir. Ceza sorumluluğu şahsidir ve herkes, yalnızca kendi kusurlu eyleminin sonuçlarından sorumlu tutulabilir.
Ülkenin gündemini meşgul eden temel sorunlardan birisi, Temmuz ayının sonlarına doğru tekrar başlayan ve artarak devam eden terör eylemleridir. 1984 yılından bu tarafa Türk Milleti’nin canını yakan sistematik terör eylemlerinin sona erdirilmesi amacıyla birçok yol denendi. Bunlardan birisi de, “Çözüm/Barış Süreci” adı ile bilinen Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’dir.
Çözüm sürecinde sorumlulukların bertaraf edilebilmesi için hukuki altyapı oluşturulmasına dair düzenleme, “6551 sayılı Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” adı ile 16.07.2014 tarihinde yürürlüğe girdi. 6551 sayılı Kanunun tatbikine ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı da çıkarıldı. “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Kapsamında Yürütülecek Çalışmalara İlişkin Esaslar” adı ile kabul edilen 30.09.2014 tarihli ve 2014/6833 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, 01.10.2014 tarihli ve 29136 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
6551 sayılı Kanunun 1. maddesi ile ortaya koyulan amaç ve kapsam nettir; terörü sona erdirmek ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesi için yürütülen çözüm sürecine yasal destek sağlamaktır. Elbette bu Kanun, normlar hiyerarşisinde üst konumda olan Anayasaya aykırı olmamalı ve belirlediği sınırlar dışında uygulanmamalıdır. Kanunda tanımlanmayan bir hukuki durum veya yetkinin; “alt norm” olarak kabul edilen tüzük, yönetmelik ve kararlarla oluşturulması, Kanunun lafzında yer almayan bir alt hukuk kuralının çıkarılması mümkün değildir.
Kanunun 2. maddesinde, yukarıda kısaca değindiğimiz amaç ve kapsamla ilgili uygulama, izleme ve koordinasyonun ne şekilde yapılacağı açıklanmaktadır. Kanun, çözüm sürecindeki tüm yetkiyi Hükümete bırakmıştır. Bu tercih, yürütme organının kanunlar ile kanun hükmünde kararnamelere Anayasa çerçevesinde uygulama görevine ve bu görevden kaynaklanan yetkilerine uygun düşmektedir.
Elbette Hükümet; dayanağını Anayasa, kanun ve kanun hükmünde kararnamelerden almayan hiçbir yetkiyi kullanamaz. Aynı şekilde Hükümet, görevinden kaynaklanan yetkileri kötüye de kullanmamalıdır. Çünkü “hukuk devleti” ilkesi, keyfi tasarruflara, “ben yaptım oldu” anlayışına ve sorumluluğu reddeden hareketlere izin vermez.
Kanunun 3. maddesinde, çözüm sürecine ilişkin gerekli kararları alma yetkisinin Bakanlar Kurulu’na, çözüm süreci kapsamında yapılan çalışmaların koordinasyonu ve sekretarya hizmetlerinin de Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’na ait olacağı ifade edilmiştir. Bu maddede; Anayasa, kanunlar ve kanun hükmünde kararnameler ışığında çözüm sürecine ilişkin kararların Hükümet tarafından alınacağı tekrar vurgulanmıştır.
Kanunun “Kararlar ve yerine getirilmesi” başlıklı 4. maddesine göre, “(1) Bu kararın kapsamında verilen görevler, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca ivedilikle yerine getirilir.
(2) Bu Kanun kapsamında verilen görevleri yerine getiren kişilerin hukuki, idari veya cezai sorumluluğu doğmaz”.
Maddenin birinci fıkrasında; Anayasa, kanun ve kanun hükmünde kararnameler kapsamında terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesi ile ilgili verilecek görevlerin ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca ivedilikle yerine getirileceği ifade edilmiştir. Bu yerine getirmenin sınırı, kanunsuz emirlerdir. “Hukuk devleti” ilkesine uyulmak şartıyla hiyerarşik yapı içerisinde bulunan tüm kamu kurum ve kuruluşları üstlendikleri görevleri yerine getirmek ve bu görevlerinden kaynaklanan yetkilerini kullanmak zorundadır. Ancak “yetkisizlik esas yetkili olmak istisna” kuralı dikkate alınarak, kamu kurum ve kuruluşları ile kamu görevlilerinin görev ve yetki tanımlarının kanunlarda gösterilmesi şarttır.
Esas mesele, 4. maddenin ikinci fıkrasından kaynaklanmaktadır. Bu hüküm, bir sorumsuzluk ve yargı dokunulmazlığı hükmüdür. Kanun koyucu, kamu görevlileri, TİB ve MİT mensupları dışında yeni ve daha geniş bir sorumsuzluk alanı oluşturmayı hedeflemektedir. Bu şekilde, işlenecek muhtemel hukuka aykırılıklar ile suçların sorumluluğunun baştan ve hatta geriye doğru bertaraf edilip, “hukuk devleti” ilkesine göre yargı erkinin hukukilik denetimine herkesin ve her tasarrufun açık olması gerekirken, tanınan yargı muafiyeti ile sorumluluktan kaçınılması hedeflenmiştir.
Kanunun 4. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca her tasarruf usule ve yasalara uygun yapılacaksa, aslında sorumluluğun doğmayacağı ve bu tür istisnai bir hükme gerek olmayacağı düşünülebilir. Çünkü “hukuk devleti” ilkesi, herkesin hukuka uygun davranmasını ve her tasarrufun hukuk kurallarına uygun olmasını emreder.
Esasında olmaması gereken yargı dokunulmazlığı ayrıcalığı, ancak muhtemel hukuka aykırılıkların ve işlenmesi muhtemel suçların üstünü örtmek amacıyla kabul edilir. Böylece kanun koyucu, hukuka aykırı davranan veya davranma ihtimali bulunan özellikle kamu otoritesi mensuplarının korunmasını ister. Bu korumanın; kamu otoritesi mensuplarına kolay hareket etme, kendisini baskı altında hissetmeden karar alıp yetki kullanma, sorumlu tutulmayacağı bilinci ile davranma imkanı sağlayacağı muhakkaktır.
Ancak unutulmamalıdır ki, sorumlu tutulmayacağı inancı ile hareket eden kamu kudreti kullanıcısı sınırsız ve keyfi davranmak suretiyle hukukun evrensel ilke ve esaslarına aykırı davranışlarda da bulunabilir.
Kanaatimizce olağan hukuk düzeni, layüsel, yani sorumsuz şekilde hareket edilmesini ve hukukilik denetiminden uzak tutulmak suretiyle kamu kudretinin kullanılmasını kabullenmez.
Bu nedenledir ki, “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin temel taşlarından olan yargı erkinin denetiminden hangi gerekçeyle olursa olsun uzaklaştıran, yargı denetimini devre dışı bırakan her türlü hukuk kuralı yanlış ve “hukuk devleti” ilkesi ile hak arama hürriyetine de aykırıdır. Bununla birlikte bu tür dokunulmazlıklar, Anayasada karşılığını bulan yasal dayanakla çıkarıldığında, doğru bulmasak da uygulanması gerektiği ifade edilmelidir.
6551 sayılı Kanunun 4. maddesinin ikinci fıkrası, aynı Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentleri kapsamında görevlerini yerine getirenlerin sorumlu olmayacaklarını belirtmiştir. Hükümde; suç işleyen veya suça göz yuman, bu kapsamda terör eylemlerini önlemeyen veya terör eylemlerinin delillerine ulaşıp faillerini yakalayıp adalet önüne çıkarmayanlara dokunulmazlık öngörmemektedir. Çünkü bu tür bir dokunulmazlığın, açık veya örtülü af veya karşılığı Anayasada olacak şekilde yargı muafiyeti sağlanması dışında çıkarılabilmesi de mümkün değildir.
Kanunun 4. maddesinin ikinci fıkrasının, Anayasanın hangi maddesinin ve hükmünün dayanak alınarak çıkarıldığına bakmak gerekir. Bu anlamda, bu tür bir hükmün Anayasada yer almadığını ifade etmek isteriz. Anayasa m.11/2’ye göre, “Kanunlar, Anayasaya aykırı olamaz”.
Anayasa geçici m.15’de yer alan dokunulmazlık hükmü 12 Eylül 2010 tarihinde kaldırılarak, Anayasanın açık hükmüne ve “kanunların fail aleyhine geriye yürümeyeceği” prensibine rağmen, 12 Eylül 1980 tarihi ve sonrasının sorumlusu olarak kabul edilen Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya geriye doğru uygulama ile yargılandılar. Bu örneği şunun için verdik; Türkiye Cumhuriyeti öyle bir ülkedir ki, bazen Anayasa ve kanunlarla sahip olunan hakların, şartların ve zamanın değişikliği sonrasında bir anda elden çıkması, hukuk güvenliği hakkının gözardı edilip, hukukun evrensel ilke ve esaslarının devre dışı bırakılması pek muhtemeldir. Çünkü Türk Hukuku’nda; istikrar kazanmış bir hukuk güvenliği hakkı, yani müktesep/kazanılmış hakkın korunması, kuralın kişiye, zamana ve yere göre değişmezliği güvencesi henüz benimsenememiştir.
Belirtmeliyiz ki, Kanunun 4. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan kuralı dokunulmazlık hükmü olarak görmek doğru değildir. Hukuka aykırı hareket edip suç işleme endişesinden dolayı bu hüküm kabul edilecekse, bu tür bir düzenlemenin Anayasada dayanağının bulunmadığı ve “hukuk devleti” ilkesine aykırı olduğu açıktır. Bir an için, ileride sorumlu tutulma endişesi varsa, bu endişenin kanunun sıradan bir hükmü ile aşılmasının pek mümkün olmayacağını yeri gelmişken belirtmek isteriz. Çünkü hukukta, kanunlarla verilen hak ve imtiyazların sonradan geri alınıp, kazanılmış hakların yok sayıldığına dair birçok örnek mevcuttur.
Netice itibariyle; “hukuk devleti” ilkesinin geçerli olduğu bir yerde hukuki alt yapısı olmayan veya zayıf olan bir sürecin veya projenin olağan hukuk düzeninde yaşama ve ayakta kalma şansı, daha da önemlisi sorumlulukları ortadan kaldırma gücü yoktur. 16 Temmuz 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6551 sayılı Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun hükümleri, Çözüm Süreci ile ilgili ortaya çıkabilecek hukuki sorunların çözümü için yeterli değildir.
“Kanunsuz emir” başlıklı Anayasa m.137 yürürlükte olduğu ve görüşülen tarafın “suçlu” sayıldığı durumda, ceza normları tarafından suç olarak tanımlanıp karşılığında ceza öngörülen fiillerin hukuka uygun hale dönüştürülmesi mümkün olamaz. Bu kapsamda, 6551 sayılı Kanunun 4. maddesinin 2. fıkrası yeterli olmayacaktır.
Bir hukuk devleti, terör örgütü olduğu yargı kararı ile tescillenmiş, kurucusu ve liderinin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olduğu durumu yok sayıp görmezden gelemez. Anayasasının her yerinde “hukuk” yazan bir ülkede, hukuki meşruiyet taşımayan temel üzerine yeni yapı kurulamaz.
20 Eylül 2015 Pazar
AYNEN ATATÜRKÇÜYÜM DİYİPTE HDPYE OY VERENDEN ASLA
ATATÜRKÇÜ OLMAZ
ÖNCELİKLE MENSUBU BULUNDUĞUM ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEKLERİNDE OLSUN,DİĞER ATATÜRKÇÜ DERNEKLERİ VEYA SİYASİ PARTİLERDE OLSUN BEN ATATÜRKÇÜYÜM DİYİPTE HDPYE KİM OY ATIYORSA ASLA VE KATA SAKIN BEN ATATÜRKÇÜYÜM DEMESİN ATATÜRKÇÜLÜKTEN ASLA BAHSETMESİN,HDP PKK DEĞİLMİDİR?BUNLAR ÜLKEMİZİN BÖLÜNMESİNİ İSTEYEN BÖLÜCÜLER DEĞİLMİDİR?POLİSİMİZE,ASKERİMİZE,TÜRK KÜRT DEMEDEN SİVİLLERİ ÖLDÜREN KALLEŞLER DEĞİLMİDE HDPYİ MASUM HERHANGİ BİR PARTİ GİBİ GÖRÜP ATATÜRKÜN ASLA ONAYLAMAYACAĞI ŞEKİLDE DAVRANIP HDPYE OY NASIL VERİRSİNİZ?DEDİĞİM GİBİ KİM BEN ATATÜRKÇÜYÜM DİYORSA AMA HDPYE OY ATIYORSA ONDAN ASLA ATATÜRKÇÜDE OLMAZ BİLİNÇLİ VATANDAŞTA OLMAZ,OLSA OLSA PKKYA VE BÖLÜCÜLÜĞE ONAY VERMİŞ OLUR.
HAYDİ MİLLET BU KATİLİ POLİSLERE ZORLA BİZ YAKALATIP ADALETE TESLİM EDİLMESİ KAMPANYASI YAPALIM ÖLEN MURATHAN ÖZTÜRK VE AİLESİNE BİR FAYDAMIZ OLSUN SEVABA GİRELİM
BU KATİLİ KİMLER NEDEN KORUYOR?POLİSLER İSTEDİKLERİ ZAMAN İSTEDİKLERİ BULUYORKEN NEDEN BU KATİLİ BULMUYOR?BİRİLERİMİ KORUYOR KOLLUYORDA BUNU POLİS YAKALAMIYOR?NEDEN HEP ARKASI SAĞLAM OLAN KOLLANIR KORUNUR?HERKES BUNU PAYLAŞSINKİ TOPLUMDA ALGI OLUŞSUN YOKSA BU KATİLİ YAKALAMIYCAKLAR BELLİ OLDU, AYNI CEM GARİPOĞLU GİBİ ALGI YARATALIM HİÇ OLMAZSA MURATHAN ÖZTÜRK VE AİLESİ HUZURA KAVUŞUR
74 Gündür neden yakalanamıyor?
Kadıköy Bağdat Caddesi’nde, 11 Temmuz Cumartesi günü, otomobille yol kenarındaki çiçekçi Mehmet Emin Kaya’ya (34) çarparak ölümüne neden olmaktan aranan hukuk fakültesi öğrencisi Murathan Öztürk (19), tam 74 gündür yakalanamadı.
74 Gündür neden yakalanamıyor?
Emin Kaya’nın kardeşi Cengiz Kaya, Öztürk’ün avukatının, üç kez, ‘Bugün teslim olacak, yarın teslim olacak’ demesine rağmen hâlâ arandığını söyleyen Kaya, şunları söyledi:
UYUŞTURUCU TEMİZLİĞİ Mİ?
“Avukatları, ailesinin Murathan’ı kaçırma gibi bir düşüncesi olmadığını söylemesine rağmen, bu kadar beklemelerinin nedeni uyuşturucu temizliği mi acaba diye düşünmüyor değiliz. Bu olay bize göre cinayet olsa da kanunlar nezdinde maalesef kaza. Avukatının da söylediği gibi az bir ceza alacak. Buna rağmen teslim etmemeleri ve yurtdışına kaçırmaları ihtimali bize çok ilginç geliyor. Ya bilmediğimiz durumlar var ya da yapılan kazanın sorumluluğunu alamayacak kadar bencilce, vicdansızca yaklaşıyorlar.”
‘BİRAZ VİCDAN OLSA...’
“Murathan’a en büyük kötülüğü ailesi ve avukatı yapıyor. 19 yaşındaki bir çocuk, kolluk kuvvetlerinin de dediği gibi bu kadar profesyonelce saklanamaz. Zaten bu noktada bizim kızgınlığımız, Murathan’a değil, onu yönlendiren üst akla... Maalesef ki, Kaya Ailesi olarak artık Murathan Öztürk’ün yakalanacağına, inanmıyoruz. Ancak, isterse teslim olur. Bizim tek beklentimiz, Murathan’ın ailesini değil, vicdanını dinlemesi.” (Hürriyet)
19 Eylül 2015 Cumartesi
TAMAMEN GERÇEKTİR OKUYUNUZ
ZATEN HER YERDE MASONLAR BUNU AÇIK AÇIK İFADE EDİYORLAR BİZ DÜNYANIN SAHİPLERİYİZ, Kİ KISMEN DOĞRULAR ZİRA DÜNYANIN EN BÜYÜK ŞİRKETLERİ BUNLARIN UNICEF,GRANPACE,UN,DÜNYA BANKASIVB.ŞEYLERİ BUNLAR KENDİLERİ İÇİN KURMUŞLAR VE YÖNETİYORLAR İLAÇLARI DENEMEK İÇİN AFRİKA GİBİ YERLERE HASTALIK SALIYORLAR SONRA YARDIM ETMEK İÇİN YARDIM KURULUŞLARINI GÖNDEREREK İLAÇLARI DENEMİŞ LURLAR YANİ AFRİKALILAR ONLAR İÇİN KOBAYDIR
MASONLAR DÜNYANIN NÜFUSUNUN ÇOK OLDUĞUNDAN ŞİKAYETÇİLER BUNU 1,5 2 MİLYARA İNDİRMEK İSTİYORLAR BUNUDA İCAT ETTİKLERİ İLAÇLAR İLE HİLELİ GIDALARLA KANSER VE BAŞKA HASTALIK YARATARAK YAPACAKLAR NEDEN ÜLKEMİZDE HİÇBİR PARTİ MASONLARI ARAŞTIRMAZ?NEDEN HİÇ BİRİ ATATÜRK GİBİ BUNLARIN TÜRKİYEDE YASAKLAMAZ?ATATÜRK BUNLARIN KÖTÜ OLDUKLARINI KEŞFETTİ VE MASON LOCALARINI MASON BAŞBAKANA KAPATTIRDI MASONLAR 12 SENE KAPALIYKEN ÇOK ŞEY KAYBETTİ AMA İNÖNÜ TEKRAR AÇTIRDI VE TÜRKİYE AMERİKAYA NATOYA KAPILARI AÇARAK TÜRKİYEYİ TAM BAĞIMSIZLIKTAN KÖLELİĞE SEVK ETTİLER ŞİMDİDE MASONLAR DÜNYAYI VE TÜRKİYEYİ ACIMASIZCA YÖNETMEKTELER İSTEYEN İNANSIN İSTEMEYEN İNANMASIN AMA HERKES MASONLARI ARAŞTIRSIN,BAKIN HİÇ BİR DİNCİ TARİKATLAR ŞEYLER HOCALARDA ONLARDAN BAHSETMEZ HALBUKİ İSLAMİYETİN EN BÜYÜK DÜŞMANLARI MASONLARDIR PEKİ NEDEN ONLAR BAHSETMEZ?AYNI SİYASİLER GİBİ ONLARDADA SATILANLAR VARDA ONDAN
17 Eylül 2015 Perşembe
AYDINIM,AKİLİM DİYENLER VATANA MİLLETE İHANET İÇİNDE BİRİLERİNE HİZMET EDİYORLAR SATILIKLAR
HER YERDE KADIN ERKEK VATAN HAİNİ DOLU
AYDINIM AYAKLARIYLA AKİLİM AYAKLARIYLA RESMEN VATANA İHANET EDİYORLAR,ŞEHİT DÜŞEN ASKERLERİN,POLİSLERİN AİLELERİYLE ÇOCUKLARIYLA GÖRÜŞECEKLERİNE GİTMİŞ TC ZULMÜ VARMIŞ GİBİ GÖSTERMEYE ÇALIŞACAKLARMIŞ
Akil kadınlar!
PKK’ya destek için Cizre’ye gidiyor!
Kendilerine “Barış için Kadın Girişimi” diyenler, terör örgütü pkknın işgalinden kurtarılan Cizre’de, “TC zulmü” algısı yaratma görevi için Cizre’ye gidiyorlar.
Aralarında Sorosvari bir site olan T24 yazarları Oya Baydar, Perihan Mağden ve Ayşe Kulin‘in de olduğu Kadın Dayanışma Grubu, yarın yola çıkıyor.
24 kişilik heyetin içinde yer alan akademisyenlerden Nişantaşı Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Nil Mutluer, terör örgütü PKK’nın resmi olmayan TV kanallarından IMC TV ‘de yayınlanan Banu Güven’in sunduğu programda “Tülbent ve eşarplarıyla Cizre’ye gideceklerini” söyledi.
Heyet, Çarşamba sabahı önce Mardin’e ardından Cizre’ye gidecek, Perşembe akşamı İstanbul’a dönüş yapacak.
Cizre’yi ziyaret edecek olan heyette yer alan isimler şöyle:
Gülseren Onanç – Ayşe Kulin – Perihan Mağden – Oya Baydar – Nesrin Nas – Zeynep Oral – Nurcan Baysal – Yasemin Bektaş – Özlem Dalkıran – Ebru Baybora Demir – Ayşe Erzan – Nevin İl – Hande Karakulluk – Ayşe Köroğlu – Çiğdem Mater – Maya Arakon – Nil Mutluer – Filiz Şahin – Mebuse Tekay – Melek Ulagay – Melek Ufuk – Reyhan Yalçındağ – Yaprak Yapsan – Meryem Yavuz.
Bildirileri şöyle:
Tüm kadınlara çağrı
Cizre 8 gün boyunca abluka altında, ateş altında kaldı. Elektriği, suyu verilmedi. GSM operatörleri dışarıyla iletişimini kesti. Keskin nişancılar dışarıya çıkanları vurdu. Özel timler halkı, milletvekillerini, kadınları, çocukları taradı. Bebeğinden 75 yaşındaki dedesine kadar 23 kişi öldürüldü.
Gazze’de değil Cizre’de.
Bu sırada bizler olan biteni dehşet içinde izlemek zorunda kaldık. Çünkü bizim buralarda da ırkçılar, linç çeteleri sokaklara çıkmış insan avlıyordu. Cizre’de savaş kadınları, çocukları öldürerek, burada savaş dükkanları yakıp, binaları yıkarak sürdürülüyordu.Cizre’de devletin kolluk güçleri, batıda devlet destekli erkek güruhları sokağa çıkmamıza engel olmaya çalışıyordu.
Büyük bir direniş sonucunda Cizre üzerindeki yasak iki günlüğüne kalktı. Ancak Pazar akşamı itibarıyla tekrar kondu. Cizre’dekileri, Cizre’de yaşayan kadınları merak ediyoruz.
Bizi onlardan uzak tutulan devlete, güvenlik güçlerine, sokak çetelerine rağmen Cizre’de yaşayan kadınlara kavuşmak, onlara sarılmak, bayramlaşmak, acılarını paylaşmak, direnişlerini selamlamak için Cuma günü yola çıkıyoruz.
Savaşa karşı ses çıkarıyoruz. Bizi aynı coğrafyada beraber yaşadığımız kadınlardan ayıramazsınız, göstere göstere kadınlara eşi benzeri görülmemiş bir şiddet uygulayamazsınız diyoruz.
Çocuğunu aç, susuz teskin etmek, öldürülmüş kızının cesedini buzdolabında bekletmek, kolunda bebeğiyle can vermek zorunda bıraktığınız kadınların yanına Cizre’ye gidiyoruz. Cizre’de ve her yerde silahların susması barışın konuşması için ısrarımızı sürdürüyoruz!
Barış için Kadın Girişimi
İlk Kurşun
KALLEŞ PKKLILAR HDPYİ BOMBAMAK İÇİN PARKA GİZLİCE BOMBA KOYACAKKEN SUÇÜSTÜ YAKALANDILAR,ANLAYIN DAHA EVVELKİ HDP MİTİNGLERİNDEDE SURUÇTADA HEP KALLEŞ PKK HDPLİLERİ KATLETTİ HERKES GÖRSÜN ARTIK
YUFKA YÜREKLİ(!) HDP-SEVERLERE İLETELİM BU HABERİ...
PKK, KUKLALARINA KARŞI O KADAR ACIMASIZ Kİ SİZ OYVERENLERİNİ BİLE AMACI İÇİN KURBAN EDEBİLİR!
*
PKK'dan HDP'ye baraj bombası
PKK'nın planı bu kez tutumadı. Şanlıurfa'da 5 terörist, bir parka bomba yerleştirirken yakalandı. O parkta, HDP'nin bir etkinlik düzenleyeceği öğrenildi.
Güvenlik güçleri PKK'nın sabotaj planı son anda engelledi. Şanlıurfa'nın Viranşehir ilçesindeki bir parka bomba yerleştiren 5 PKK'lı yakalandı. PKK'lıların, HDP'nin etkinliği sırasında bombayı patlatmayı planladıkları öğrenildi.
İlçede zırhlı polis aracına bombalı saldırı yapılmış, güvenlik güçleri de önlemlerini artırmıştı. PKK'nın planı, bu kapsamda yapılan çalışmalar sırasında gün yüzüne çıkarıldı.
Hürriyet Mahallesindeki parka bomba yerleştirmeye çalışan PKK'lılar güvenlik güçleri tarafından farkedildi. 1'i yaralı olmak üzere 5 terörist yakalandı. PKK'lılardan ikisinin dağ kadrosunda sabotaj eğitimi aldığı tespit edildi.
Sorgulanan PKK'lı 5 teröristin, HDP'nin "özerklik" etkinliğinde sabotaj yapmayı planladığı ortaya çıktı. Bu fotoğraf karesinde ise teröristlerin plan yaptığı görülüyor.
Ayrıca 'özerklik ilan edilmesi' faaliyetlerini organize eden ve halkı bu yönde baskı yapan 17 kişi gözaltına alındı.
ulusalkanal.com.tr
16 Eylül 2015 Çarşamba
AYNEN TÜRK BAYRAĞINI AL GEL DEMEK ASLA IRKÇILIK DEĞİLDİR TÜRK BAYRAĞI BU TOPLUMUN ORTAK BAYRAĞIDIR,EĞER BU TOPLUMDAN DEĞİLSENİZ İSTEDİĞİNİZ YERE GİTMEKTE ÖZGÜRSÜNÜZ
SELAHATTİN DEMİRTAŞ YİNE SAÇMALAMIŞ
BAYRAĞINI AL GEL YÜRÜ LAFINA KIZIP IRKÇI SÖYLEM DEMESİ ÇOK TERBİYESİZCE FÜTURSUZCA BİR SÖZDÜR
SEN HEM BEN TÜRKİYE PARTİSİYİM DİYECEKSİN HEMDE TÜRK BAYRAĞI İÇİN IRKÇILIK DİYECEKSİN,HEM SİZ YILLARDIR AKPNİNDE SAYESİNDE SUÇ OLMAKTAN ÇIKARILAN SÖZDE KÜRT BAYRAKLARINIZI HER YERDE GÖZLERE SOKA SOKA GEZERKEN O IRKÇILIK OLMUYORMUYDU?SEN HİÇ TÜRK BAYRAĞINI ALIP GURURLA SALLADINMI EY SAZCI SELO?
SAKIN OLA BAYRAĞIMIZA IRKÇILIK DEME BİZ SABREDİYORUZ SABIRLI OLUYORUZ AMA HERKESİN SABRININDA SINIRI VAR
BİZ VATANIMIZA VATANIM DİYEN,BAYRAĞIMIZA BAYRAĞIM DİYEN TÜRK,KÜRT,LAZ,ARNAVUT,ÇERKEZ VB. HERKESE SAYGIMIZ VARDIR ONLARLA EŞİT VATANDAŞLARIZ AMA BU DEĞERLERE KARŞI OLAN KİM OLURSA OLSUN ONLARDA DÜŞMANIMIZDIR O KADAR.
13 Eylül 2015 Pazar
SAKARYA ZAFERİMİZİN 94.YILI KUTLU MUTLU OLSUN
VATANIMIZ İÇİN KİM ŞEHİT OLDUYSA,EMEK VERDİYSE ALLAH RAZI OLSUN
BU SENE SAKARYA ZAFERİMİZİN 94.YILINI KUTLUYORUZ
SAKARYA ZAFERİMİZ ÜLKEMİZ İÇİN ÇOK ÖNEM TAŞIYORDU ECDATLARIMIZ KAZANDILAR TÜM EMEĞİ GEÇENLERDEN
ALLAH RAZI OLSUN MEKANLARI CENNET OLSUN
Sakarya Meydan Muharebesi, Anadolu Türk tarihinin en önemli savaşlarından biridir. Yunan General Papulas tarafından Yunan ordularına Ankara'ya harekat emri verilmişti. Savaşı Yunan tarafı kazanırsa TBMM, Sevr Antlaşması'nı kabul etmek durumunda kalacaktı. Öte yandan yirmi dört tümen Rus askeri Kafkaslarda bu savaşın sonucunu beklemekteydi. Savaşı Türklerin kaybetmesi halinde Sevr hızlı bir şekilde uygulamaya geçirilecekti.
TBMM Ordusu, Kütahya-Eskişehir Muharebelerindeki yenilgisinden sonra cephe kritik bir duruma düşmüştü. Cepheye gelerek durumu yerinde gören ve komutayı eline alan TBMM Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Fevzi Paşa, Batı Cephesi birliklerinin Yunan ordusuyla arada büyük bir mesafe bırakılarak Sakarya Nehri'nin doğusu'na çekilmesine ve savunmayı bu hatta devam ettirmesine karar verdiler.
Mustafa Kemal Paşa, "Hatt-ı müdafaa yoktur; sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz." emrini vererek muharebeyi geniş bir alana yaydı. Böylece Yunan kuvvetleri de karargâhlarından uzaklaşıp bölünmüş olacaktı.
TBMM, 3 Ağustos 1921'de Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa'yı azlederek, aynı zamanda Başvekil ve Milli Müdafaa Vekili de olan Fevzi Paşa'yı bu makama da atadı.
22 Temmuz 1921'de Sakarya Nehri Doğusu'na çekilmeye başlayan Türk ordusu, güneyden kuzeye 5. Süvari Kolordusu (Çal Dağı güneyinde), 12., l., 2., 3., 4. Gruplar ve Mürettep Kolordu birinci hatta olacak şekilde tertiplendi. Çekilişin hızlı bir şekilde tamamlamasından sonra Yunan birlikleri taarruz pozisyonu için tam 9 gün Türk birlikleri ile karşılaşmadan yürüdü. Bu yürüyüşün hangi yöne doğru olduğu Türk keşif birlikleri tarafından tespit edilerek cephe komutanlığına bildirildi. Bu savaşın kaderini belirleyecek stratejik hatalardan biri oldu. Yunan taarruzu baskın olma özelliğini kaybetti. Ancak 14 Ağustos'ta ileri harekata geçen Yunan ordusu, 23 Ağustos'tan itibaren 3. Kolordusu ile Sakarya Nehri doğusundaki Türk kuvvetlerini tespit, 1. Kolordusu ile Haymana istikametinde, 2. Kolordusu ile Mangal Dağı güneydoğusunda kuşatıcı taarruza başladı. Fakat bu taarruzlarında başarısız oldular.
Polatlı'ya ilerleyen Yunan piyadeleri. (Ağustos 1921)
Kuşatma taarruzunda başarı sağlayamayan Yunan kuvvetleri, siklet merkezini ortaya kaydırarak savunma mevzilerini Haymana istikametinde yarmak istedi. 2 Eylül'de Yunan birlikleri, Ankara'ya kadar en stratejik dağ olan Çal Dağı'nın tamamını ele geçirdi. Fakat Türk birlikleri Ankara'ya kadar geri çekilmeyerek alan savunması yapmaya başladı. Yunan birlikleri Ankara'ya 50 km kalacak derecede bazı ilerlemeler sağlasa da Türk birliklerinin yıpratıcı savunmasından kurtulamadı. Ayrıca 5. Türk Süvari Kolordusu tarafından cephe ikmal hatlarına yapılan taarruzlar Yunan taarruzunun hızının kırılmasında önemli etkenlerden biri oldu. Yunan ordusu 9 Eylül'e kadar süren yarma teşebbüsünde de başarılı olamayınca, bulunduğu hatlarda kalarak savunmaya karar verdi.
Türk Ordusu'nun 10 Eylül'de başlattığı, bizzat Mustafa Kemal Paşa'nın komuta ettiği, genel karşı taarruzla Yunan kuvvetlerinin savunma için tertiplenmesine mani olundu. Aynı gün Türk birlikleri stratejik bir nokta olan Çal Dağı'nı geri aldı. 13 Eylül'e kadar süren Türk taarruzu sonucunda Yunan ordusu, Eskişehir-Afyon'un hattının doğusuna kadar çekilerek bu bölgede savunma için tertiplenmeye başladı.
Çekilen Yunan Ordusunu takip amacıyla harekata 13 Eylül 1921 itibariyle süvari tümenleri ve bazı piyade tümenleri ile devam edildi. Fakat teçhizat ve istihkâm yetersizliği gibi sebeplerle taarruzlar durduruldu. Aynı gün Batı Cephesi'ne bağlı birliklerin komuta yapısı değiştirildi. 1. ve 2. Ordu kuruldu. Grup Komutanlıkları lağvedilerek yerine 1.,2.,3.,4.,5. Kolordular ve Kolordu seviyesinde Kocaeli Grup Komutanlığı kuruldu.
Savaş, 22 gün ve gece sürerek 100 km uzunluğunda bir alanda cereyan etti. Yunan Ordusu Ankara'nın 50 km kadar yakınından geri çekildi.
Yunan ordusu geri çekilirken Türklerin kullanabileceği hiçbir şey bırakmamak için özen gösterdi. Demiryollarını ve köprüleri havaya uçurdu ve birçok köyü yaktı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)